Fethullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fethullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2015 Cuma

Adı David Passig.... O bir kahin... 100 yıl hep hapı yuttuk



Adı David Passig .... O bir kahin... 100 yıl hep hapı yuttuk!!!

"Suriye çökecek" dedi... Suriye çöktü.
"Mısır çökecek" dedi. Mısır çöktü. O bir kahin...
O bir Gelecek Bilimcisi. Verileri topluyor, fotoğrafları alt alta koyuyor.. Ardından nokta atışı tahminler yapıyor. "2050" adında kitap yazdı. İsrail'de bir üniversitede profesör olarak çalışıyor. Teknoloji ve bilişim laboratuvarlarının başkanı. İsrail hükümetinin de danışmanı. Adı David Passig. Geçen yıl Şubat'ta Türkiye'ye geldi. Ekranlara çıktı ve "Türkiye müthiş ülke" dedi. 2050'nin SÜPER GÜCÜ ilan etti bizi. Türkiye'nin konumu stratejik olarak çok önemli. Doğu ile Batı'nın tam ortasında. Ortadoğu'da Osmanlı'dan kalan bir mirası var. Bölgedeki savaşlara son verecek, tarafları barış masasına oturtacak tek GÜÇ Türkiye. Avrupalılar ve Amerikalılar Ortadoğu'nun dilinden anlamaz. Bunların hepsini İsrailli Profesör David Passig söylüyor. Bunların tamamını maaş aldığı İsrail Hükümeti'ne de görevi gereği aktarıyor haliyle. Adamlar bunu görüyor, bunu hesaplıyor. "Hızla büyüyen, enerji hatlarına inen, BÖLGESEL GÜÇ olan Türkiye" hesabı yapıyor. Uykuları kaçıyor. Şimdiden bunu nasıl engelleriz diye dünyanın dört bir yanında toplanıyorlar. İsrailli Profesör David Passig "Türkiye 100 yıldır uyuyordu, bir şekilde uyutulmuştu, şimdi uyanan bir DEV" diyor. Evet tam 100 yıldır kafamızı kuma gömdüler. Dış Dünya ile bağlantımızı kestiler. İçeride birbirimizle savaş ederek vakit öldürdük. Bizi bu yönde istedikleri gibi kurguladılar.

İçeride TONLARCA adamları vardı. Hepsi göbekten Londra'ya, New York'a, Tel Aviv'e, Baronlara ve localara bağlıydı. Vatan hainliğinde inanılmaz bir yarış vardı. Bunu sadece ben söylemiyorum. Bu ülkede yıllarca milletvekilliği ve bakanlık yapmış Kamuran İnan diyor. Devletin değişik kademelerinde tam 50 yıl görev yaptı. "50 yıl boyunca TÜRKİYE ALEYHİNE BELGE DAĞITANLARI gördüm" diyor. Bu ihanetin içinde siyasilere da tanık olduğunu belirtiyor. İHANET edenlerin hep önü açılmış, hızla yükselmişler. Türkiye karşıtı GÜÇLÜ LOBİLERİ anlatıyor Kamuran İnan. İçimizdeki İNGİLİZLER, içimizdeki İsrailliler'i anlattık hep bu sütunlarda.

Bu ülkede devleti yönetip, içeridekileri aşamadığını belirten bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ bakanı var ortada. "Yabancı partilere çalışan, medya ile görüşen toplam 407 dernek var" diyor. Evet bu ülkede faaliyet gösteren ve Türkiye aleyhine dışarıya ÖPÜCÜK gönderen, belge sızdıran 407 dernek... Ve ÜRKÜTÜCÜ bir rakam veriyor Kamuran İnan; "Bu değişik dernekler ve çeşitli örgütler çerçevesinde devlet aleyhinde faaliyet gösteren 205 bin insan mevcut. Hepsi de TÜRK!" 407 dernek, 205 bin insan ve İHANET...

Böyle bir kapasite bu ülkede olduğu sürece HEP GELECEKLER... Önemli olan bizim ne yapacağımız. 100 yıldır uyutulduğumuz gibi aynen mışıl mışıl mı? Yoksa son 10 yıldaki uyanışa devam mı? Adamların "Türkiye 2050'de süper güç" diye dövünüp uykuları kaçıyor. Biz tekrar uyutulmak için içeriden OPERASYON HAPLARI'na talim ediyoruz. Ne yapalım? Süper GÜÇ'süzlüğe dönelim mi? HAPI YUTALIM MI?

28 Ocak 2014 Salı

Fethullah Gülen'e yakın, bürokratlarca Ali Sabancı'nın Pegasusu Kayrılmış

Pegasus hiç pas geçmemiş
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu'nun raporu, Fethullah Gülen'le samimi oldukları ortaya çıkan Ali Sabancı'ya sahibi Pegasus'a ayrımcılık yapıldığını ortaya koydu. THY için Rekabet Kurulu'na yaptığı şikâyet sonuçsuz kalınca, mahkemenin  kararı bozduran şirketin, güvenlik ihmalleri görmezden gelindi.

Ali Sabancı'nın sahibi olduğu Pegasus Hava yolu Taşımacılık Şirketi'nin,  Fethullah Gülen'e yakın, bürokratlarca korunduğu ortaya çıktı. Cumhurbaşkanlığı DDK raporuna göre. Fethullah Gülen'le yakın, ilişkileri ortaya çıkan,  Ali Sabancı'nın,  şirketine. Türkiye'de faaliyet gösteren,  hava yollarının,  şirketleri arasında ayrıcalıklar yapıldığı belirlendi. Diğer şirketlere yapmaları gereken,  işlemleri yapmadıkları veya hatalı yaptıkları gerekçesiyle verilen,  cezaların,  Pegasus'a verilmediği tespit edildi.

DDK ORTAYA ÇIKARDI
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) 2011 senen da 'Havacılık emniyeti ve güvenliğinin, sağlanması' amacıyla yeniden,  yapılandırılan,  Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün,  çalışmaları ile ilgili bir rapor hazırladı. Raporda Pegasus Havacılık'ın,  nasıl korunduğu gözler önüne seriliyor.

ONURAİR'E CEZA PEGASUS'A KIYAK
8 Haziran,  2011 tarihli DDK Raporuna göre; Onur Air Taşımacılık A.Ş'nin,  SHY-M ve SHY 145-01 standartlarına uyumunun,  kontrolü amacıyla 23-25.12.2009 tarihinde yapılan,  denetiminde. TC-OAA tescil işaretli uçağa yetkisiz personel tarafından,  bakım işlemi yapıldığının,  tespiti üzerine. hem söz konusu uçağın,  uçuşunun,  durdurulduğu hem Onaylı Bakım Kuruluşları Yönetmeliği (SHY 145-01)'nin,  28 inci maddesinin,  2 nci fıkrasının,  (a) bendi uyarınca İşletmenin,  bakım yetkisinin,  sınırlandırıldığı hem de 2920 sayılı kanunun,  143'üncü maddesi gereğince işletmeye idari para cezası verildi.

İMZA VE MÜHÜR YOK
Pegasus Hava Taşımacılık A.Ş'nin,  SHY-M standartlarına uyumunun,  kontrolü amacıyla 23.07.2009 tarihinde yapılan,  denetiminde. TC-AAP tescil işaretli hava aracının,  burun,  iniş takımlarının,  değiştirilme işleminin,  kimin,  tarafından,  gerçekleştirildiğine dair imza ve mührün,  bulunmadığı tespit edilmesine rağmen,  bu eksikliğin,  2. seviye bir bulgu olarak değerlendirildiği ve işletmeye herhangi bir ceza verilmediği gibi SHY-M Onay Sertifikasının,  yenilendi tespit edildi.

KALİBRASYOn,  SORUNU
Devlet Denetleme Kurulu tarafından,  ortaya çıkarılan,  bir başka usulsüz işlem ise Pegasus'un,  kalibrasyon,  süresi dolan,  malzemeyi faal serviste tuttuğu tespit edildi. Raporda şöyle denildi: 'Pegasus Hava Taşımacılık A.Ş'nin,  SHY 145-01 standartlarına uyumunun,  denetimine ilişkin,  20-22.05.2009 tarihli raporda. kalibrasyon,  süresi dolan,  malzemenin,  faal (servicable) bölümünde tutulduğu tespit edilmiş ve aradan,  yaklaşık 5 ay geçtikten,  sonra 26-27.10.2009 tarihinde gerçekleştirilen,  denetimde yine kalibrasyon,  süresi dolmuş malzemelerin,  işletmede bulunduğuna ilişkin,  tespite yer verilmiştir.'

Zamanlama hatası yaptı
Raporda. Pegasus'un,  operasyon el yükümlülüklerini zamanında yerine getirmediği belirtilerek. 'Pegasus Hava Taşımacılık A.Ş.'nin,  31.01.2008-01.02.2008 tarihleri arasında gerçekleştirilen,  operasyon el faaliyetlerinin,  denetimine dair raporunda Line Checklerin,  2007 sene içerisinde (süresi içerisinde) gerçekleştirilmediği..' kaydedildi.

3 yakıt ihlaline tek ceza
Pegasus'a geçilen,  bir diğer kıyak ise yakıt ihlali ile ilgili incelemelerde ortaya çıkıyor. Buna göre; 'Yine Pegasus Hava Taşımacılık A.Ş.'nin,  17-18.12.2009 tarihinde operasyon,  denetlenmesi yapılmış ve denetim sonucunda hazırlanan,  raporda 3 ayrı uçuşa ait yakıt kontrolü yapılmadığı tespitine yer verilmiştir. SHGM bu ihlale idari para cezası uygularken,  her ne kadar 3 ayrı uçuş için,  yakıt takibi yapılmamış olsa da bunu tek ihlal olarak kabul etmiş ve bu ihlallerin,  karşılığı olarak 2920 sayılı Kanunun,  143 üncü maddesi gereğince 10.000 TL idari para cezası vermiştir' denilerek nasıl korunduğu detaylarıyla ortaya çıkarıldı.

Meğer AK Parti'ye bazı tuzluklar sızmış. Kimlerin, kimlerle iş tuttuğunu görüyor musunuz

Ananas Tesbih Tuzluk
Başbakan Erdoğan 17 Aralık darbe girişiminin, ardından AK Parti'den, istifa eden, vekillerin, millete ihanet ettiğini söyledi. Gülen'in, ses kayıtlarına gönderme yapan, Erdoğan, 'Meğer AK Parti'ye bazı tuzluklar sızmış. Kimlerin, kimlerle iş tuttuğunu görüyor musunuz? Ananaslar tesbihler geliyor gidiyor" dedi.
Beyoğlu Belediyesi Okmeydanı Projesi Tapu Dağıtım töreninde konuşan, Başbakan, Tayyip Erdoğan, 17 Aralık operasyonuna darbe dedikleri zaman, bunun, ciddiyetinin, anlaşılamadığını ama planlar deşifre edildikçe tuzaklar ortaya çıktıkça meselenin, ciddiyetinin, net olarak görüldüğünü söyledi. Erdoğan, özetle şunları söyledi:,

Bir yerlerde gizli kapaklı toplantılar planlar yapılmış projeler hazırlanmış tuzaklar kurulmuş ve 17 Aralık tarihinde de düğmeye basılmış. Nedir bu planlar? Öncelikle hükümete karşı bir yargı müdahalesi yapılacak yargı eliyle hükümet yıpratılacak. Ardından, milletvekilleri istifa ettirilecek. Duyuyorsunuz değil mi sosyal medyada filan. 'Filanca filanca zaman, istifa ettirilsin, arkasından, işte aynen, onun, gibi filancalar da istifa ettirilsin'. Kim hangi işlerle uğraşıyor bunu ortaya koyması bakımından, çok önemli. İşte bu kirli planlar bugünlerde ortaya çıktı.

DÜPEDÜZ İHANETTİR
Milletin, oyuyla AK Parti çatısı altında görev alanlar meğer bir yerlerden, gelen, emir ve talimatla istifa ettirilmişler meğer AK Parti'ye de bazı tuzluklar sızmış. Sen, geleceksin, milletten, yetki alacaksın, milletin, vekili olacaksın, ama sonra biri sana emir talimat verecek sen, de milletin, emanetine ihanet edecek partinden, istifa edeceksin. Evet bu yapılan, düpedüz ihanettir. Bu yapılan, en, çok da millete ihanettir. Bir milletvekilinin, emir ve talimat alacağı yegane merci millettir. Milletten, değil başka yerlerden, çete reislerinden, faiz lobilerinden, vaiz lobilerinden, emir ve talimat alanlar apaçık bir ihanet içindedir.

AMAÇLARI ORTAYA ÇIKTI
(İnternette yayınlanan, ses kayıtları) Bunların, hedefi sadece istifa etmek bölücülük yapmak değil bunlar işte gördünüz nisan, ayından, sonra hükümet atayacaklarmış bakan, atayacaklarmış kendilerine göre siyaseti dizayn, edeceklermiş. Yolsuzluk ve rüşvet kılıfının, altında işte bunların, asıl çirkin, gayeleri de buydu. Hükümetleri millet göreve getirir millet görevden, alır. İşte bunlar türlü ayak oyunlarıyla komplolarla iftira ile hükümeti yıpratmak kendi arzularına göre hükümet ve parti kurmak istediler. Geçti o günler. Türkiye'de hükümetleri artık

medya sermaye kuramaz yıkamaz. Türkiye'de hükümetleri uluslararası çetelerin, maşası olmuş örgütler kuramaz her ne yaparsa yapsınlar onlar da yıkamaz. Söz de karar da yetki de milletindir.

GELECEĞE YÜRÜYECEĞİZ
Artık bu ülkeyi kimse tutamayacak yavaşlatamayacak engelleyemeyecek. 11 yılda çok önemli sorunları çözdük inşallah daha fazlasını çözeceğiz. Her kesimin, sorunlarını çok daha hızlı çözüm yoluna koyacağız. 77 milyon, bir olarak birlikte kardeş olarak geleceğe yürüyeceğiz. Sizleri makamınızdan, ırkınızdan, paranızdan, pulunuzdan, dolayı değil sadece bizi yaradan, Allah sizleri de yarattığı için, seviyoruz. İstanbul'dan, ve Türkiye'nin, tamamından, bir kez daha yetki alarak yeni Türkiye'yi kararlılıkla inşa edeceğiz.

Haşhaşi deyince rahatsız oluyorlar
17 Aralık darbe girişiminin, bir başka hedefinin, de çözüm süreci olduğunu belirten, Erdoğan, 'Süreci sabote etmek için, ellerinden, geleni yaptılar. Bunu başarmak için, de uluslararası şer odaklarıyla birlikte çalışmaktan, çekinmediler. Güneydeki sevdikleri ülkenin, maşalığını yapmakta en, küçük bir tereddüt göstermediler' dedi. Başbakan, 'Bu örgütün, istismar ettiği ihlasla samimiyetle hareket etmiş kardeşlerime sesleniyorum. Bunlar Mavi Marmara'dan, niye rahatsız oldular? Bunlar Suriye'ye yaptığımız insani yardımdan, neden, rahatsız? Bunlar bu ülkenin, Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan, neden, rahatsız? Bunlar bizim Filistin'deki kardeşlerimize yaptığımız yardımdan, niçin, rahatsız? Bunlar asırlardır komşumuz olan, 30 milyar dolar ticaret hacmimiz olan, İran'a yaptığımız ziyaretten, neden, rahatsız? İşlerine gelmiyor. Bunlar Halkbank'tan, İstanbul'daki küresel projelerden, büyüyen, ekonomiden, güçlenen, dış politikadan, neden, rahatsız? Bu soruları kendinize sorun. Güney'deki sevdikleri ülke var ya işte öyle odaklara öyle çevrelere çalıştıkları için, bundan, rahatsız. Ajan, deyince casus deyince çok rahatsız oluyorlar. Haşhaşi deyince çok rahatsız oluyorlar. Şu yapılanları neyle açıklayacaksınız? İhanetten, ajanlıktan, casusluktan, başka kavram var mı bunları açıklayacak? Millet buna geçit vermedi geçit vermeyecek. Biz bu süreci bir istiklal mücadelesi olarak tanımlarken, boş yere söylemiyoruz' diye konuştu.

Hepsi ters tepecek
'17 Aralık darbe girişimi'nin, hedeflerinden, birinin, de siyasette düzenleme yapmak olduğunu belirten, Erdoğan, 'Bu amaçla CHP'yi çok çok önceden, şekillendirmeye başladılar. Kaset komplosu yaparak bir genel başkanı görevden, uzaklaştırdılar bir başkasını göreve getirdiler. Şu anda da CHP üzerinde yine çok tehlikeli oyunlar oynuyorlar. Bu örgüt şu anda CHP'yi adeta parmağında oynatıyor. Örgütün, emniyetteki yargıdaki militanları darbe girişiminde bulunurken, şantaj kasetleri hazırlanırken, siyasette de başta CHP olmak üzere bazı partiler her zamanki gibi bu darbe girişimine payandalık yapıyorlar. Bu örgüt ile CHP büyükşehirlerde AK Parti'yi güya yıpratmak için, işbirliği yapıyorlar. Dikkat edin! CHP büyükşehirlerde kendi içinden, aday çıkaramıyor. Yolsuzluktan, attığını aday yapıyor başka partilerden, aday devşiriyor. Oyun, çok büyük tuzak çok büyük ama milletin, feraseti bu tuzağı alt üst etti. Darbe sevdalıları 30 Mart'ta milletin, darbesine maruz kalacak. Bir kez daha son, sözü millet söyleyecek. Kirli ittifaklar bozuldu ve daha da bozulacak. Ananaslar tespihler tuzluklar göreceksiniz hepsi ters tepecek' dedi.

Şifreleri ananas tesbih tuzluk
Erdoğan, 'Bunların, başka hesapları da vardı. Hükümete partimize saldırırken, aynı anda Türkiye ekonomisine saldırdılar. Faiz lobisiyle örgüt lobisi el ele verdiler Türkiye ekonomisini sarsmak istediler. Moralleri bozarak topluma karamsarlık pompalayarak yatırımcıyı üreticiyi çalışanı girişimciyi kandırmaya çalışarak ekonominin, çarklarını durdurmak istediler. Gazete televizyon, haberleriyle yurt dışındaki işbirlikçi medyalarıyla Türkiye ekonomisini hedef aldılar' dedi. Bunların, bazı işadamları ve işveren, örgütleriyle ittifak yaptıklarını belirten, Başbakan, 'Türkiye'nin, iş ortamını yatırım ortamını karalamak istediler. Şifre ne? Şifre: Ananas. Şifre: Tesbih. Kimlerin, kimlerle iş tuttuğunu görüyor musunuz? Ananaslar tesbihler geliyor gidiyor maalesef benim 77 milyon, vatandaşımın, ekmeğine göz dikiliyor. Bu defa yanlış adrese gittiler. Sert kayaya çarptılar. Türkiye ekonomisi 2001 yılındaki ekonomi değil. Türkiye ekonomisi 3-5 komplocunun, darbe teşebbüsüyle sarsılmayacak 3-5 gazete haberiyle tuzu kuru sermayedarların, açıklamasıyla savrulmayacak kadar büyük ve dirençlidir' diye konuştu.

Siyaset-Cemaat Kavgalarının Galibi Hep Siyaset Kurumu Olmuştur

CEM'AATİN,  İÇ YÜZÜ !..
Esnaf hizmetleri imamlığından, Makedonya temsilciliğine, yurtlardan, gazete yazarlığına kadar cemaatin, her kademesinde görev alan, Selim Çoraklı SABAH'a konuştu. Cemaatin, paralel yapıya dönüştüğünü anlatan, Çoraklı "Her birimin, kendi içinde bir imamı bulunuyor" dedi

Zaman, Gazetesi yazarlığından, Makedonya temsilciğine Cemaat imamlığından, öğrenci yurtlarına kadar Cemaatin, her kademesinde görev alan, Selim Çoraklı 1999 yılında Gülen, Cemaati ile yollarını ayırdı. İtirazlarını bir mektupla Fethullah Gülen'e bildirerek 15 yıllık sessizliğe bürünen, Selim Çoraklı suskunluğunu SABAH'a bozdu. Selim Çoraklı ile Gülen, Cemaati'ni paralel devlet yapısını ve 17 Aralık darbesini konuştuk. 

12 Eylül mağdurlarından, biri olan, Selim Çoraklı 1980'li yılların, sonlarında Fethullah Gülen, Cemaati ile tanıştı. Sızıntı ve Yeni Ümit Dergisi ve Zaman, Gazetesi yazarlığından, Üniversite sorumluluğuna Esnaf hizmetleri imamlığından, Makedonya Zaman, gazetesi temsilciliğine kadar Gülen, Cemaati'nin, bir çok kademesinde üst düzey görev yaptı. 
28 Şubat 1997 yılında yaşanan, postmodern, darbe sürecinde Gülen, Cemaati'nin, yaşadığı hızlı değişimden, rahatsız olarak 40 maddeden, oluşan, itirazlarını Fethullah Gülen'e ulaştırmış. Bütün, girişimlerine rağmen, Gülen, Cemaati'ndeki hızlı değişimin, önüne geçemeyeceğini anlayınca yollarını ayırmaya karar vermiş. 
Cemaatin, eğitim gönüllülerinin, ve samimi dava arkadaşlarının, zarar görmemesi ve bir "itirafçı" gibi anılmamak için, 15 yıl boyunca susmuş. 17 Aralık darbesinden, sonra eski dava arkadaşlarına son, bir çağrıda bulunmak için, konuşmaya karar vermiş. 
Yaşadığı bütün, duygusal kopuşlara gördüğü hatalara uğradığı haksızlıklara rağmen, yine de Fethullah Gülen, ve cemaati hakkında kelimelerini dikkatli seçiyor. Bütün, yanlışlarına rağmen, hizmetin, samimi gönüllülerinin, zarar görmeden, yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyor. 
İlk kez kamuoyunun, karşısına çıkan, Selim Çoraklı ile hizmet hareketinde yaşanan, kırılmaları paralel devlet örgütlenmesini Cemaat medyasını ve bu siyasi türbülanstan, çıkış yollarını konuştuk. 

SIZINTI YENİ ÜMİT VE ZAMAN'DA YAZILAR YAZDIM
-Selim bey Gülen, Cemaati ile nasıl tanıştınız?
- Fethullah Gülen, ismini 1980 öncesinde de biliyor olmama rağmen, cemaatle fiili olarak 1983 yılında tanıdım. 1986 yılında yazdığım bir yazıdan, dolayı Risale-i Nur propagandası yaptığım gerekçesiyle 163. Maddeye muhalefetten, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından, 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştım. 7,5 ay cezaevinde kaldıktan, sonra tahliye edildim. Yargıtay cezamı onadıktan, sonra kaçak duruma düştüm. O dönemde Fethullah Gülen'e gidip ne yapalım diye sorulduğunda; "Teslim olma yakalanırsan, kaderdir der yatarsın" demişti. 
O dönemde kaçak gezdiğim için, Cemal Doğan, ismini kullandım. Bu dönemde Cemaat bünyesinde İzmir'de Sızıntı Dergisi ve Yeni Ümit Dergisi'nde görev yaptım. Zaman'a yazılar gönderdim. Ayrıca üniversite hizmetinde bölge hizmetlerinde ve öğrenci yetiştiren, kurumlarda görev yaptım. Hizmetin, her kademesinde görev aldım diyebilirim. 

-Zaman, Gazetesi'ne geçişiniz nasıl oldu?
Cemaat 1988 yılında Zaman, Gazetesi'ni devralınca ben, de Zaman'da yazmaya başladım. Rahmetli Özal döneminde 163.madde kaldırılınca benim cezam da kalkmış oldu. Artık Cemal Doğan, değil Selim Çoraklı ismini kullanmaya başladım. 1992 yılında Zaman, gazetesinin, merkezine tayinim çıktı ve araştırma sayfası sorumluluğu yazarlık vb. görevler yaptım. 

-Makedonya maceranız nasıl başladı?
1992 yılında Cemaatin, yurtdışı açılımları başlamıştı. 1993 yılında bana "Makedonya'da Zaman, Gazetesi'ni çıkarmayı düşünüyoruz gider misin?" dediler. O dönemdeki Cemaat terbiyesi gereği gitmemek gibi bir söz konusu değildi. Elbette giderim dedim ve evlendiğim gün, hanımımı aldım ve Zaman, gazetesi Temsilcisi olarak Makedonya'ya gittim. Makedonya'da Makedonca ve Türkçe Zaman, Gazetesi'ni çıkardım. O yıllarda da Türkiye'deki Zaman'da "Diyar-ı Üsküp'ten" isimli köşe yazıları yazdım.

28 ŞUBAT SÜRECİNDEn, SONRA CEMAATTEn, AYRILMAYA KARAR VERDİM
-Bu kadar kendinizi hizmete adamışken, Cemaat'ten, ayrılmaya nasıl karar verdiniz? Bu kararı almanız zor oldu mu?
- 1997 yılında 28 Şubat süreci ile Gülen, Cemaati'nde hızlı bir değişim yaşanmaya başlandı. İslami bazı konularda tavizler veriliyordu. Özellikle kızlarımızın, başörtüsü konusunda duyarsız davranılıyordu. Bunun, için, Gülen'in, ve Cemaatin, yanlış tavırları ile ilgili eleştirilerimi açık olarak ortaya koymaya çalıştım. 1997 yılında "Sansürsüz Yazılar" isimli kitabım yayınlandı. O kitapta Zaman, Gazetesi'nde sansürlenen, yazılarım vardı. Ayrıntısına girmem çok uzun, vaktimizi alır. O dönemde bazı şeyleri görmüş olmam nedeniyle Cemaatten, ayrılmaya karar verdim diyebilirim özetle... 1999 yılının, 21 Şubat'ında çalıştığım Zaman, Gazetesi'nden, fiili olarak ayrıldım. Yıllarımı verdiğim bir hareketten, ayrılmak elbette benim için, kolay olmadı ama bu ilkelerim açısından, bu kararı almak zorundaydım. Pişman, da değilim. 

CEMAATİn, %95'İ TEMİZ İNSANLAR DİĞER %5'İ İSE ANADOLU İNSANINI BAŞKA YERLERE PAZARLIYOR!
- Cemaatteki eski arkadaşlarınız dostlarınız talebeleriniz hakkında bugün, ne düşünüyorsunuz?
- Şunu açıkça söyleyebilirim. Cemaatin, % 95'i gerçekten, güzel insanlar. Yani sokaktaki insanlarla karşılaştırıldığında eli ayağı öpülecek insanlar. İslam için, bir şeyler yapmak gayretinde olan, insanlar. Fakat ne yazık ki % 95'i yöneten, % 5'lik kesimde aynı ihlâsı ve samimiyeti görmek mümkün, değil. Hizmetle ilgisi olmayan, bu işin, çilesini çekmemiş insanlar hizmet adına karar veriyor kalem oynatıyor fitne yayıyor siyasete yön, vermeye polis-yargı darbeleri yapmaya çalışıyor. Gerçekten, Anadolu insanının, samimiyetini başka yerlere pazarlayacak derecede oyunlar oynanıyor. 

POLİS VE ASKER HİZMETLERİNDE HÜCRE TİPİ YAPILANMA VAR
-Son, üç aydır "Paralel Devlet" ya da "Paralel Yapı" gibi yeni bir kavram ile tanıştık. Nedir bu paralel yapı? Siz böyle bir yapının, varlığına inanıyor musunuz?
- Hukuk sistemi dışındaki her türlü yapıyı "Paralel yapı" olarak kabul edebiliriz. Siyasetin, riskini almadan, siyasete devlet yönetimine yön, vermeye çalışmak yargıya polise bürokrasiye hakim olmaya çalışmak bu paralel yapının, alametidir. 
Cemaatin, yapısına gelince inkâr etseler de paralel bir yapılanma var. En, tepede Fethullah Gülen, onun, altında ülke imamları şehir imamları ilçe imamları ve benimde 33 yaşıma kadar yaşadığım dersane (Işık evler) imamları vardır. 
Cemaatin, bu tür yapılanması olunca ister istemez her birim kendi arasında teşkilatlanmaya başladı. Üniversiteler kendi aralarında liseler kendi aralarında askeri hizmetler polis hizmetleri adliye hizmetleri bunların, her biri hizmet kendi içerisinde birimleşmeye başladı. 

-Polis ve yargıda da durum aynı mı?
- O dönemlerde yapılanma şöyleydi; Her birim kendi içerisinde bir imamı var. Mesela diyelim ki polis kolejleri var polis okulları var. Özellikle polis ve askeri hizmetlerde biraz hücre tipi yapılanma vardı. Zaten, 1986 yılında bir gazete Gülen, Cemaati ile ilgili manşetler atmıştı. O dönemde cemaat ciddi bir darbe yemişti. Ondan, sonra daha ciddi bir hücre tipi yapılanmaya yönelim oldu. Yani bir hücre yakalanırsa öbür hücrenin, haberi olmasın, anlamında. Cemaate mensup bir eleman, bir askerle ya da bir polisle ilgileniyordu. Bilemedin, 2 polisle 3 polisle ilgileniyor ve aynı evi kullanmıyorlar özellikle esnaf evleri kullanılıyor

PARALEL YAPINIn, KONTROLDEn, ÇIKACAĞINI GÜLEN'E SÖYLEDİM
-Bu yapının, ilerleyen, yıllarda kontrolden, çıktığını düşünüyor musunuz?
Bana göre Gülen, Amerika'da kalmakla cemaatin, yönetimini bir kısmını kaybetti. Kontrolü kaybettiği için, Cemaat içindeki "Derin, Damar" farklı gruplar oluşturdu. Bu farklı birimler zaman, içerisinde büyüdü. Mesela ben, 1996 yılında 40 maddeden, oluşan, "Cemaatin, kırılma noktaları" diye bir rapor hazırlayıp Fethullah Gülen, ve Cemaatin, ileri gelenlerine göndermiştim. Bu raporda cemaat içindeki gruplaşmaların, birbirini dinlemediklerinden, veya o yapıların, başındakilerin, enaniyetlerinin, kuvvetlenmesinden, dolayı ileride büyük problemler yaşayacağını söylüyordum. Nitekim de öyle oldu. O dönemlerdeki gruplaşmalar derin, yapılara dönüştü.

FETHULLAH GÜLEn, ŞERİK KABUL ETMEZ!
- Kemalettin, Özdemir'in, Gülen, Cemaati'nden, ayrılmasını da böylemi değerlendirmek gerekir?
- Kemalettin, Özdemir meselesi daha farklı. Kemalettin, Özdemir Cemaat içinde derin, bir yapı kurmadı. Sadece Fethullah Gülen'in, otoritesine baş kaldırdı. 
Kemalettin, Özdemir polis hizmetlerinin, uzun, yıllar imamlığını yaptı. Diyebilirim ki polis hizmetleri onun, vesilesiyle bu durumlara geldi. Kendisi hadis profesörüdür. "Biz de hocayız" deyince problemler de başladı. Fethullah Gülen, kesinlikle şerik kabul etmez. Yani imamsa ölene kadar imamdır. Bu aslında Fethullah Gülen'in, liderliğinden, kaynaklanıyor. Karizmatik liderler 1 değer ifade ediyorsa diğerleri sol tarafta hep sıfırdır. Bütün, cemaatler için, bu durum böyledir. Bu sıfırlardan, bazıları böyle zaman, içerisinde başkaldırabiliyorlar. 

GÜLEN'İn, İLK TALEBESİ LATİF ERDOĞAN'A BİLE SALDIRIYORLAR
-Başkaldıran, ilk ve tek isim Kemalettin, Özdemir miydi?
- Hayır. Cemaat içerisinde kendisine güvenen, isimler zaman, içerisinde başkaldırmaya başladı. Gülen'in, dost bildikleri en, yakınındakiler bu süreç içerisinde hizmeti terk etti. İlk başkaldıran, isim ise Gülen'in, ilk talebelerinden, Latif Erdoğan'dır. Hizmetin, her kademesinde her aşamasında görev yapan, Latif Erdoğan, bugün, tamamıyla Cemaat'ten, ayrıdır. Uzun, zamandır Akit Gazetesi'nde yazılar yazıyor. Hatta Gülen, Cemaati'ni eleştiren, röportajları da yayınlandı aynı gazetede. Zaman, Gazetesi şimdi Fethullah Gülen'in, ilk talebesi olan, ve hizmetin, bütün, kahrını çekmiş Latif Erdoğan'a saldırıyor. Hem de Latif Erdoğan'ın, ailesini kullanarak yapıyor bunu… Ne diyebilirim çok yazık!

KEMALETTİn, ÖZDEMİR GÜLEN'İn, GÜÇ HASTALIĞI YÜZÜNDEn, BAŞKALDIRDI
-Kemalettin, Özdemir'in, Cemaat'ten, kopuşu nasıl gerçekleşti. 
- Kemalettin, Özdemir'in, polis hizmetlerinin, içerisinde otoritesi artınca "zararlı olabilir" endişesiyle o görevden, alıp Afrika'ya imam olarak gönderdiler. Afrika'daki hizmetlerin, ciddi biçimde ivme kazanmasına büyümesine vesile oldu. 
Fakat dediğim gibi otoriter liderlerde her zaman, paranoya ve şüphecilik vardır. En, yakın, arkadaşlarının, kendilerine tuzak kurduğunu düşünürler. Ben, Gülen'de bu tür şüpheciliğin, varlığını 1994'te görmüştüm. "Fethullah Gülen, güç ve iktidar hastalığına yakalandı" demiştim o dönemde…
Gülen'in, otoriter kişiliği ister istemez kendisinin, iktidarını sarsma ihtimali olan, insanların, önünü kesti. Kemalettin, Özdemir olayı tamamıyla böyle bir olaydır. Cemaat de zaten, bunu kendi basın, yayın, organlarında yazdı. Bu sürecin, sonunda abi dedikleri Kemalettin, Özdemir hain, ilan, edildi. Hakkında bir sürü düzmece şeyler yayınlandı. Kemalettin, Özdemir Bediüzzaman, Said Nursi'nin, talebelerinden, Said Özdemir abinin, oğludur ve tanıdığım kadarıyla takva sahibi biridir. Yanında kadından, kızdan, bahsedince yüzü kızarır. Onun, bile bu tarz görüntülerini yayınladılar. Bu derin, yapı demek ki bu kadar çirkinleşebiliyor. Bir yapı kendi yetiştirdikleri değerleri yemeye başlarsa o yapı yıkılışa doğru gidiyor demektir. 

HANEFİ AVCI CEMAAT İÇİ ÇATIŞMANIn, KURBANI OLDU
-Hanefi Avcı da bu yapının, özellikle emniyet istihbarat da güçlenmesini sağlayan, isim olarak bilinir. Ancak Hanefi Avcı'nın, sonraki yıllarda Cemaat ile yolları ayrıldı. Kitap yazdı ve hapse girdi. Hanefi Avcı meselesini nereye bağlıyorsunuz?
- Hanefi Avcı cemaatin, polis içerisinde ve özellikle istihbarat ve teknik takip bölümlerinde kadrolaşmasının, baş temsilcisidir ki zaten, bunu kendisi de itiraf ediyor. Ben, olayların, buralara geleceğini yazmıştım. Hanefi Avcı'nın, tutuklandığı günlerde "Hanefi Avcı Cemaat içi çatışmanın, kurbanı mı oldu" diye bir yazı yazmıştım. Polis içerisindeki yapılanmanın, ileride kontrolden, çıkacağını AK Parti ile problemlerin, çıkmasına neden, olacağının, altını çizmiştim. Hanefi Avcı Cemaatin, polis hizmetlerindeki çatışmanın, maalesef kurbanı oldu . Bence kesinlikle yeniden, yargılanmalı ve en, kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmalı. Bir gün, bile içeride kalması Hanefi Avcı'ya haksızlık olur.

GÜLEN'İ YILLAR ÖNCE DERİn, YAPI KONUSUNDA UYARDIM
-Peki Cemaat içindeki bu derin, damar sayı ve etki olarak çok güçlü mü?
- Önce şunu söyleyeyim. Bu derin, damar polisin, içinde de olabilir yargının, ve medyanın, içinde de olabilir. Derin, damar operasyonlarına 1996 yılında başladı. Ben, Fethullah Gülen'e yazdığım "Cemaatin, Kırılma Noktaları" raporunda bunları yazdım. Cemaat'teki MİT operasyonları bu maddelerden, bir tanesidir. Rahmetli Muhsin, Yazıcıoğlu "Bizim tarla çoktan, sürülmüştü" demişti ya. Fethullah Gülen'in, tarlasını 1980'li yıllarda sürmeye başlamışlardı. Şimdi yaşadıklarımız işte bu Cemaat içindeki derin, yapının, operasyonlarıdır. 

CEMAATİn, DERİn, YAPISI FETHULLAH GÜLEN'İ MANİPULE EDİYOR 
-Bu derin, yapı Fethullah Gülen'i de yanlış mı yönlendiriyor?
- Şöyle söyleyeyim. Her şey dershanelerin, kapatılması girişi ile başladı deniliyor ya. Aslında dershanelerin, kapatılma meselesi AK Parti'nin, kuruluş tüzüğünde var. 
Başbakan, "dershaneleri kapatacağım" dediğinde Fethullah Gülen'e bilgiler çok farklı gitti. 28 Şubat sürecinde de 5. kata böyle farklı farklı bilgiler gelirdi. Bir korku atmosferi oluşturulurdu. Bugün, de aynısı yapıldı. Gülen'i tahrik ederek iktidar ile savaşın, fitilini ateşlediler. 
"Dershaneler namusumuzdur" diyen, Cemaat yazarlarının, sosyal medya kahramanlarının, TV yorumcularının, bugün, dershaneleri ağzına almaması size normal geliyor mu? Hani dershaneler meselesi çok önemliydi? İktidarı bitirmeye karar vermiş bu derin, yapı dersaneler meselesini bir sos bir malzeme bir enstruman, gibi kullandı. 

17 ARALIK OPERASYONUNUn, HEDEFİ ERDOĞAN'DIR
-17 Aralık operasyonunun, arkasında Cemaat olmadığını söyleyen, Cemaat yazarları da var. Bu konuda siz ne söylemek istersiniz?
- Birer birer isimlerini söyleyerek insanları zor durumda bırakmak istemiyorum. Ancak şunu açık biçimde söyleyebilirim. 17 Aralık çok açık bir şekilde bu paralel yapının, operasyonudur. Aynı cemaat yazarları "Cemaatin, savcıları polisleri olmasa Ergenekon, ve Balyoz davaları olmazdı" diye açık açık yazıyor. O savcılarla bu savcılar aynı değil mi? Ergenekon, davasını Cemaatin, savcıları açtı deyip 17 Aralık operasyonu ile bizim alakamız yok demek nasıl oluyor? Kamuoyunu aptal yerine koyuyorlar bari bize yapmasınlar. Madem bu savcıların, ve polislerin, sizinle alakası yok neden, görevden, alındıklarında arkasından, ağıt yakıyorsunuz beddua seansları yapıyorsunuz?
Bir de soru sorayım bu arkadaşlara: Dershanelerin, kapanması gündeme gelmeseydi AK Parti iktidarı size sınırsız imkan, sunmaya devam etseydi 17 Aralık operasyonu olur muydu? Türkiye'de buna "Evet olurdu" diyecek tek bir insan, var mıdır merak ediyorum. Gerçekler bu kadar açık şekilde ortada iken, hala ekrana çıkıp "bizim 17 Aralık operasyonu ile 7 Şubat MİT operasyonu ile alakamız yok" demeleri ikiyüzlülükten, ve samimiyetsizlikten, başka bir şey değildir. 
Benim AK Parti iktidarına özellikle İslami noktalarda birçok eleştirilerim var ama şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim. 17 Aralık operasyonu çok açık bir şekilde Başbakan, Erdoğan'ı hedef almış ve ülkeyi büyük zararlara uğratmıştır.

İNFİAL OLACAĞINI BİLE BİLE BEDDUA VİDEOSUNU YAYINLADILAR
-Beddua konusuna gelelim. Fethullah Gülen, beddua ederek kamuoyu desteğini kaybetti. Bu çıkışı neden, yaptı?
- İnanın, bunu ben, de merak ediyorum. Cemaatteki arkadaşlar beddua videosu yayınlandıktan, sonra beni arayıp "Hoca efendi cinnet mi geçirdi" diye soruyorlar. Cemaatin, üst düzeyindeki insanlar bile Gülen'in, beddua çıkışına bir anlam veremiyor. 
Benim cevabını veremediğim başka bir soru var. Diyelim ki Fethullah Gülen, değişik bir ruh hali içerisinde bedduayı etti. Peki o videoyu herkul.org sitesinde yayınlananlara cemaat medyasında köpürtenlere ne demeli? Onlar bunun, kamuoyunda infiale neden, olacağını tahmin, edemediler mi? Hiç mi aklı çalışan, bir insan, yok içlerinde? Ben, onları da çok masum görmüyorum. 

İSRAİL'E ÇEVİK BİR'E SUSAn, GÜLEn, MÜSLÜMAn, BAŞBAKAN'A NEDEn, SALDIRIYOR?
-Telefon, görüşmelerinden, ve beddua çıkışından, Fethullah Gülen'in, Erdoğan'a çok öfkeli olduğunu görüyoruz. Sizce bu öfkenin, sebebi nedir?
- Mavi Marmara olayında İsrail gibi bir terör devletini katil bir devleti otorite sayan, Gülen, neden, Müslüman, bir Başbakan'ı otorite olarak kabul etmiyor? 
28 Şubat döneminde Çevik Bir'e "Şerefli General gel bizim okullarımızı şereflendir okulları sana devredelim" diyen, Gülen, Başbakan'a neden, aynı sözü söylemedi? Gülen, "Sayın, Başbakanım aynı kıbleye yöneliyoruz Allah'ımız Peygamberimiz bir dershaneler sana kurban, olsun" deseydi belki dershaneler de kapanmazdı tasfiyeler de yaşanmazdı itibar kaybına da uğramazdı. Peki bunu neden, yapmadı? Çünkü cemaatin, içindeki derin, damar Gülen'i manipule etti. Cemaatin, AK Parti iktidarını devirecek güçte olduğunu Gülen'e inandırdılar. Gülen, de büyük bir risk alarak iktidara saldırdı ve bu operasyon, her açıdan, başarısız oldu.
FETHULLAH GÜLEn, KANDIRILDIĞINI ANLADI O YÜZDEn, SUSUYOR
-Peki Fethullah Gülen, yanlış yaptığını anlamış mıdır?
Bence anladı. Beddua videosu sanırım 22 Aralık'ta yayınlanmıştı. 22 Aralık'tan, yana herkul.org sitesinde yeni çekilmiş tek bir videosu yayınlanmadı. Fethullah Gülen, yanlış yönlendirildiğini anladı. Biraz da çaresiz olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, susuyor. Şu an, ellerindeki son, mermileri de atıyorlar ama siyasi üstünlük iktidarın, artık eline geçti. Cemaatin, sokakta bir itibarı kalmadı. Yeminli AK Parti düşmanları bile polis-yargı darbesinden, Cemaati sorumlu tutuyor. 40 yıllık hizmeti operasyoncuların, elinde oyuncak yaptılar yazık ettiler…

GÜLEn, "ZAMAn, YAZARLARINIn, YÜZÜNDE NUR KALMAMIŞ" DEDİ
-Fethullah Gülen, susuyor ama Cemaat medyası tartışmayı tırmandırmaya devam ediyor. Tansiyon, düşecek gibi görünmüyor. 
- Eviniz camdansa başkalarının, evine taş atmayacaksınız. Bu Gülen'in, çok kullandığı bir sözdür. Size bir örnek vereyim. Zaman, Gazetesi Fethullah Gülen'in, bir konuşmasını sürmanşetten, veriyor: "İncinsek de incitmeyeceğiz." Sayfaları çeviriyorsunuz başta Genel Yayın, Yönetmeni olmak üzere bütün, zaman, yazarları "Firavun, Yezid hırsız" diyerek Başbakan'a saldırıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Size bir şey söyleyeyim. 1990'lı yıllarda Fethullah Gülen, Zaman, Gazetesi'ni ziyarete gelmişti. Çıkıştı benim de içinde bulunduğum Zaman, çalışan, ve yazarlarını kastederek "Hiçbirinin, yüzünde nur kalmamış" demişti. Bu söz bugünkü manzarayı anlatma bakımından, çok önemlidir. 

SİYASETE SAVAŞ İLAN, ETMEK İSKENDERPAŞA CEMAATİ'NİN, SONUNU GETİRDİ
-Peki sizce bu Cemaat-AK Parti kavgasını kim kazanır? Şu an, için, bir hasar tespit raporu alma imkânımız olmadı ama sizce en, büyük hasarı kim almıştır?
- Bakın, 1980'li yıllarda İskenderpaşa Cemaati vardı. Televizyonu gazetesi okulları yurtları radyosu hastanesi yayınevleri dernekleri vakıfları turizm şirketleri inşaat ve otomotiv kuruluşları vardı. İslam Dergisi diye bir güzel bir dergi çıkarıyorlardı ve bu dergi 100 binden, fazla satıyordu. Bu cemaat için, "Görünmeyen, Üniversite" kitapları yazıldı. Bürokraside İskenderpaşa Cemaati kökenli olmak bir ayrıcalıktı. Bu cemaat bir gün, Milli Görüş lideri merhum Erbakan, ile kavgaya tutuştu. Partiden, kimin, dediği olacak kavgası büyüdü. Sonuçta bu kavgada siyaset kazandı. O koca cemaat bugün, ikiye ayrılıp adeta yok oldu gitti. Milli Görüş geleneğinden, gelen, AK Parti ise bugün, hala iktidarda. Siyaset-Cemaat kavgalarının, galibi hep siyaset kurumu olmuştur. Bugün, de öyle olacak. Cemaat bunu anlamalı ve "zararın, neresinden, dönersek kardır" diyerek bu kavgayı bitirmeli.

BBP'Lİ DESTİCİ VE SP'Lİ KAMALAK GEÇMİŞİ ÇABUK UNUTUYOR!
-BBP Lideri Destici ve SP Lideri Kamalak'tan, cemaate destek mesajları verdiklerini medyadan, takip etmişsinizdir. Bu iki siyasi hareketi de yakından, tanıyan, biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
- BBP boşuna cemaate yanaşıyor oy alırım diye. Cemaat gaz verir ama menfaati yoksa asla oy vermez. Büyük Birlik Partisi'nin, eski Genel Başkanı Yalçın, Topçu "Merhum Yazıcıoğlu bugün, hayatta olsa vesayetin, değil siyasetin, yanında olurdu" diyerek son, noktayı koydu. Bence de Yazıcıoğlu siyasete yapılan, operasyonların, karşısında olurdu.
Saadet Lideri Kamalak'a gelince. Kendisine sadece 28 Şubat döneminde Gülen'in, merhum Erbakan, için, "Beceremediniz artık gidin" dediğini "Erbakan'a hiç kanım ısınmadı" şeklindeki sözlerini hatırlatıyorum. Saadet Partililerin, 28 Şubat manşetlerine bir göz atmalarında fayda var. Menfaatçi davranmasınlar. Geçmişi çabuk unutuyorlar. 

PEYGAMBERİMİZİ BİLE KULLANIYORLAR ASIL BU GAYRETULLAH'A DOKUNUR!
-Fethullah Gülen, ve Cemaatin, ileri gelenlerine ait olduğu iddia edilen, bazı ses kayıtları düştü internete. Bunları dinleme imkanınız oldu mu?
- Evet maalesef dinledim. Hizmet hareketinin, bu kadar siyasetin, içine batmış olmasını bu kadar dünyeviyeşmesini üzülerek izliyorum. Anadolu sermayesine karşı İstanbul sermayesinin, desteklenmesi Ümmetin, değil batının, ABD'nin, İsrail'in, çıkarlarının, savunuluyor olması anlaşılır gibi değil. Bunları yaparken, Hz. Peygamberin, de bu işe alet edilmesi gerçekten, çok üzücü. Rüyalarla hizmete motive etmeye çalışıyorlar. İşte bu Gayretullah'a dokunur! Hizmetin, samimi ihlâslı insanlarına büyük haksızlık yapılıyor. Umarım bu insanlar da en, kısa zamanda gerçeği görür. 

FETHULLAH GÜLEN, İSTERSE BU KAVGAYI BİTİRİR
-Sizce kavga nasıl biter?
- Bu kavganın, bitişi Gülen'in, iki dudağının, arasında. Dirayet gösterirse bir açıklama yaparak kavgayı bitirebilir. Eğer bu kavganın, Gülen'i de aşan, uluslararası bir boyutu yoksa Gülen, bunu yapabilir. Bence hizmet bundan, sonra da ilkeli bir şekilde insan, yetiştirmeye devam etmeli. Diğer gönüllü kuruluşlar gibi onların, birey olduğunu kabul etmeli. O eğitim kurumlarından, çıktıktan, sonra o insanların, peşini bırakmalı. O insanları paralel yapının, kadrolu bir elemanı olarak görmekten, vazgeçmeli. Hem Cemaate hem de bu insanlara zarar veriyorlar. Türkiye'deki hiçbir iktidar artık bu paralel yapının, büyümesine bürokrasiyi ele geçirmesine izin, vermez. 

Mahmud Efendi hazretleri ve fettullah gülen

Mahmud Efendi hazretleri ve fethullah gülen, !!
selamünaleyküm; şimdi sizlere şöyle bir soru sorsam cevaplarınız nasıl olur?

-mahmud efendi hazretleri gününü nasıl geçiriyor?
alacağımız cevaplar ortak noktada birleşecektir..ibadetini yapıyor ve geleceğin, alimlerini yetiştirmekle ahiretle meşguldür dünyalık işlerden, uzak duruyordur

peki aynı soruyu bu defa fethullah gülen, üzerinden, yapacak olsak?
-fethullah gülen, gününü nasıl geçiriyor?

17 aralık öncesi ortak cevabımız ; odasına çekilmiş dünyalık işlerden, uzak yeni şakirtler yetiştiriyor hizmet için, çalışıyor insanlara hoşgörü ve diyalog çağrısı yapıyor..


peki 17 aralık sonrası ne deyişti ?

gördük ki işi aslında tamamen, dünyalık işlerle uğraşmak, ihaleler vermek,iş adamlarıyla petrol ihalesi yapmak devletin, yapacağı nokta operasyonları önceden, operasyonun, muhatabına operasyonu haber vermek !!! ve israil e, hristiyana,yahudiye,papaza hahama ne kadar din, düşmanı varsa biz bir hakaret edecek olsak.. hoşgörü hoşgörü ve diyalog diyen, zattı söz konusu karşısındaki müslüman, olunca hiçte hoşgörü ve diyalog taraftarı olmadığını gördük !!

şimdi kardeşlerim yolsuzluk oldu olmadı tartışmasında degilim ben, biraz aklı melekesi yerinde olan, ülke ve din, üzerine dönen, fırıldakları görecektir.. velev ki diyelim yolsuzluk var burada taraf olması gereken, fethullah gülen, mi? ve dahi diyelim ki tüm akp milletvekilleri ve tüm taban, şahsına küfür etti iftira attı izlediği yol geregi fethullah gülen, ve medyası ne yapmalıydı?

erdoğanı bu şekilde asla bitiremezler lakin, hani meşhur hoşgörü diyalog söylemleri var ya hoşgörü ve diyalog işte bu ortamda yahudiye hristiyan, uyguladıklarını başbakana uygulamış olsaydılar kendileri kanacaktı ve gerçekten, bunlar hoşgörü erbabıymış diyecektik.. ama herkesin, bir oyunu var lakin, Allahu teala tüm oyunları bozandır adamın, ayağını dilini dolar da aleme rezil rüsva eyler !!

bu noktada hemen, aklıma tebbet suresi ve ebu leheb geliyor...tebbet suresi biliyorsunuz ki ebu leheb için, indi ve orda cehemmemlik olduğu sonsuza kadar azab görecegi buyuruluyor..ebu leheb yalandan, dahi "ben, iman, ettim " deseydi pek çok zayıf iradeli müslüman, dinden, çıkacaktı..bu nasıl oluyor iman, eden, adam hakkında böyle bir sure inermi diyeceklerdi... işte fettullah gülenede dua ve hoşgörü yerine beddua ettirende rabbim'dir.....

son, sözüm halen, bu adamın, gerçek yüzünü göremeyen, şakirdleredir.. hiç bir insan, hatasız degildir..sorgulanamaz degildir.. içinizde biraz iman, varsa beyninizde zerre akıl varsa sorgulayın, yaptıklarını ve yapmadıklarını..bu kişi haşa peygamber degildir ve her hareketi her yaptığı kesin, doğrudur diyemeyiz. erdoğanda insandır ve hata yapmıştır yapacaktır.. ince bir çizgi erdoğan, siyaset adamıdır oysa bir cemaat lideridir..ikisinin, yaptıklarını hareketlerini aynı pencereden, gözlemleyemeyiz

Halk gözünde kıyas

Isa Özen
islami konular icinde cemaat icinde olmanin onemi cok buyuktur..gelgelelim ki bazi insanlar bunu maddi cikarlari dogrultusunda yapiyorlar.eger simdiye kadar yapilanlar ALLAH rizasi icin yapilsa idi bunlarin hiic biri konusulmayackti.En buyuk zararda cemaatlara olan guven azaliyor.cogu derneklerin amaci toplanan yardimlarin kendi kasalarinda toplanmasi, goz boyamak icin tv ekranlarinda yardim haberleri vs ...

Bir hz Omer,bir hz Ebubekir, olmak lazim bir yonetici olmak, ust duzeyli din adami olmak oyle kllay degil bukadar varlik icinde yasamanin .menfat icin ulkeyi karistirmanin ne anlami var.simdiye kadar nerde idiler suclulari kesinlikle tasvib etmiyorum onlar elbette hak ettiklerini bulacaklar

Mehtap Gündogarken 
size katılmıyorum fetullah gülen hoca efendi ile ugraşacagınza kendi nefsinz için ugraşın zira mezar da rezervasyon tek kişilik hesab çetin oldugu bi günde başkasının hakkına girmekten korkun

Bir Garip 
eğer ki birileri din adı altında din düşmanlıgı yapıyorsa biz de onunla uğraşıriz... Neresinden tutup neresini yazalın said i nursi efendinin vekilimdir hatta risaleyi değiştirme yetkisine sahip dediği kişi feto için aramiza giren ajan dır diyorsa bi...Daha Fazlasını Gör

Mehtap Gündogarken 
Efendimz sav bile Allah bildirmezse bilemezken biz kimse hakkında ajan diyemeyiz kimin ne oldugnu niyetnini bilemeyz heleki ilimli bir hoca ise ben hakkına giremem siz kendi nefsinizi terbiye edip kendinzden emin bir şekilde cennete giderim diyorsanz buyrun istedgnz kadar yorum yapın hayrlı akşmlar

Ebu Cendel 
İngilizler ceplerde olanı yani parayı aldıkları gibi kalplerda olanı yani imanıda almak isterler çünkü onlara göre kendilerine rakip olabilecek tek güç İslam'dır bu yüzden İslam birlik ve beraberliğini bozmak için 200 yıl uğraştılar emellerine ise 1900...Daha Fazlasını Gör

Bir Garip
evet iste ilimli bir hoca ! Tükürem onun diyaloguna da hoşgörüsüne de ! Şefaat hakkım olsa bülent ecevite veririm diyen ve bir numaralı din düşmanı emin çölasan a methiye dizen hıristiyan yahudi hatta ateist ile diyalog diyen ama söz konusu halkın yüzde elli oyunu alan bir müslüman olunca bir anda hoşgörü ve diyalog bitip beddua ve hakaret eden biri mi !tükürürüm bu saatten sonra ona hoca diyenin de aklına !

Paralel Yapının ADALET BAKANI ve Emniyet Genel Müdürü

PARALEL YAPINI, ADALET BAKANI 
Paralel yapının, yargı imamı olarak görev yapan, ismin, Nişantaşı'da iki avukatlık bürosu olan, Ahmet Can, olduğu iddia edildi. Can'ın, paralel yapının, adalet bakanı gibi çalıştığı ve sivil olduğu halde HSYK, yüksek yargı ve adli kurumlardaki paralel kamu görevlilerine emir yağdırarak yargıyı parmağında oynattığı ifade edildi. Adli kurularlarda en, alt kademeden, en, üste kadar görev yapan, Gülen, müritlerini tekbir komutla idare eden, Can'ın, kritik yargısal süreçlerde karar verici konumda olduğu öne sürüldü. Adının, deşifre olması ihtimalinden, korkan, yargı imamı, 10 Ocak'ta Gülen'le son, gelişmeleri değerlendirmek üzere Pensilvanya'ya uçtu. Ahmet Can'ın, eşi ve çocukları da 22 Ocak'ta ABD'ye gitti. Paralel yapılanmayla ilgili soruşturmaların, başlamasıyla birlikte, bu yapının, diğer önemli ismi olan, emniyet imamı Kozanlı Ömer'in, de oturduğu evi değiştirdiği öğrenildi. 

AHMET CAN KİMDİR?
Ahmet Can, İstanbul'da yaşayan, bir avukat. Nişantaşı'nda iki avukatlık bürosu var. Bir ortağı xxxxxxx diğeri ise İlhan, Yurttaş. Can, aynı zamanda İstanbul 6 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nda hukuk üyesi olarak görev yapıyor. Sivilde bu görevleri yapan, Can, paralel yapıda ise adeta 'Adalet Bakanı' gibi çalışıyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve yüksek yargı organları başta olmak üzere adli kurumlardaki bütün, paralel devlet çalışanları onun, emrinde faaliyet gösteriyor. 

Paralel devletin, yargı imamı da ortaya çıktı. Kritik dosyaları Pensilvanya'ya götürüp emir bekleyen, adli kurumları avucunun, içinde oynatan, Haberal'ın, salınmasında bile emeği olan, avukat Ahmet Can, köşeye sıkışınca soluğu Gülen'in, yanında aldı

Devlet içinde paralel yapı oluşturan, Gülen, Cemaati'nin, en, önemli isimleri tek tek deşifre oluyor. Önce cemaatin, emniyetteki imamı Kozanlı Ömer kod adlı O.H.Ö.'nun, kimliği 30 Aralık'ta gün, yüzüne çıktı. Bu ismin, ardından, paralel yapının, devletin, kılcal damarlarına kadar sızan, ekibinin, aslında amirlerinden, değil abilerinden, emir aldığı da anlaşıldı. Kozanlı Ömer'in, deşifre olduğu gün, Başbakan, Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, de Türkiye'deki kritik dosyaları Pensilvanya'ya gönderen, bir yargı imamı olduğundan, bahsetmişti. 1 Ocak'ta Yargıtay'da bu isim hakkında soruşturma başlatılırken, 23 Ocak'ta soruşturmaya bir muhakkik atandı. Şahin, o ismi mühürlü zarf içinde Yargıtay'a gönderdi ama paralel yapının, son, yıllara damga vuran, bütün, davalarda emir aldığı o isme TAKVİM ulaştı. 

HABERAL VE SEVİL SABANCI 
Ahmet Can, -17 Aralık da dahil- Türkiye'yi sarsan, soruşturmalar başta olmak üzere kritik bütün, yargısal süreçlerin, karar vericisi konumunda olan, kişi. Ergenekon, davası sanığı Mehmet Haberal'ın, tahliyesinde de Ahmet Can'ın, rolü var. Ahmet Can'ın Mehmet Haberal'ın, tahliyesinden, önce CHP'li vekilden, gelen, notları Fethullah Gülen'e ulaştırdığı belirtildi. Bu haberleşme trafiğinden, Sevil Sabancı'nın, da bilgisinin, olduğu kaydedildi. 

ARALARINDA ÇATIŞMA VAR 
Telefonun, içine, konuşmaları paralel bir telefonla dinlemeye yarayan, casus program yerleştirilmişti. Ahmet Can, bu telefonu bir süre kullandı, ancak sonra dinlenildiğini öğrenince çok kızdı ve olaydan, duyduğu rahatsızlığı doğrudan, Fethullah Gülen'e aktardı. Emniyet imamı Kozanlı Ömer'in, Ahmet Can'ı polisteki adamlarına talimat vererek değil, hediye telefonla dinletmesinin, sebebi ise dinlemeyi kendi emriyle çalışan, polisten, bile gizlemek istemesiydi. 

KOZANLI ÖMER DE KAYIPLARDA 
Bu arada TAKVİM'ın, ulaştığı bilgilere göre paralel devletin, emniyet ve istihbarat imamı O. H. Ö., yargı imamı Ahmet Can'ın, telefonunu bir dönem Emniyet'ten, bile gizleyerek dinlettirdi. Kozanlı Ömer, 2007'de çıkan, Nokia N70 model telefonlardan, alıp bazı kişilere hediye etti. Telefon, hediye edilen, isimler arasında imamlar ve bürokratlar vardı. Bu kişilerden, en, önemlisi Can'dı. 

KOZANLI ÖMER'İn, SIRLARI
Kozanlı Ömer olarak tanınan, ve cemaatin, emniyet imamı olduğu ortaya çıkan, O.H.Ö.'nün, Dubai ve Erbil'e giderek önemli iş anlaşmaları yaptığı iddia edildi. 

İddialara göre cemaate yakın, iş adamı A. İ.'nin, özel uçağıyla yurt dışına giden, Kozanlı Ömer, bu seyahatlerde Türkiye'den, çıkışta başka, yabancı ülkeye girerken, başka pasaport kullanıyordu. Böylelikle Kozanlı'nın, takip edilmesi imkansız hale geliyordu. 


CEMAATİN MAHREMİ
TAKVİM paralel yapının, nasıl işlediğine dair yeni bilgilere de ulaştı. Eski bir cemaat imamının, verdiği bilgiye göre cemaatte şu anda iki büyük şehrin, imamı olarak görev yapan, kişiler İstanbul imamı A. K. ve Ankara imamı C. K. İmamlık yapılanmasında iller; büyük ve küçük iller olarak ikiye ayrılıyor. Büyük illerin, altında en, az iki olmak üzere eyaletler bulunuyor. Her eyaletin, en, az üç büyük bölgesi var. 

GÖREVDE BİR KUVVET KOMUTANI 
Paralel devlet örgütlenmesinde en, önemli unsur ise 'mahrem hizmetler' adı verilen, özel sınıf. Kozanlı Ömer ve Ahmet Can, da 'mahrem hizmetler'den... Bu sınıf, cemaat içinde de bir paralel yapılanma gibi çalışıyor. Harp okulu, siyasal bilgiler, hukuk ve polis akademisinden, mezun, olanlardan, başlayarak önemli pozisyonlardaki kişiler bu sınıfın, mensubu sayılıyor. Türkiye'yi beş bölgeye ayıran, yapıda her bölgeden, ilden, ilçeden, ve semtten, sorumlu imamlar var. Her devlet kurumundan, sorumlu imamlar da bulunuyor. Askeri makamların, paralel versiyonları da yapılanma içinde kullanılıyor. Askerlikle ilgisi olmayan, biri paralel yapı içinde kuvvet komutanı olarak anılabiliyor.

PARALEL YAPI HÜKUMETE SON HAMLEYİ 15 ŞUBATTA YAPACAKTI

PARALEL YAPI HÜKUMETE SON HAMLEYİ 15 ŞUBATTA YAPACAKTI

Cem Küçük: Artık bu cunta için, sonun, başlangıcına gelmiş durumdayız. Emirlerindeki polis yargı mensupları ya da kamuda çalışan, üyelerine 'Sakin, olun yine gücü ele geçireceğiz' telkinleri yapılıyor ama iş işten, geçti. Öte yandan, 15 Şubat'ta yeni bir tezgâhın, içinde olduklarını sosyal medyadaki sahte hesaplarla dile getiriyorlar. Artık bu saatten, sonra bir şey elde edecekleri yok.

Darbe girişimi başarısız olursa başa geleceklerden, kaçamazsın!

27 Mayıs darbesinin, başarıya ulaşmadığını düşünen, Albay Talat Aydemir arkadaşlarıyla beraber yeni bir cunta hazırlığına başlar. Aydemir ve arkadaşları yeni bir ihtilal yapıp Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Başbakan, İsmet İnönü'yü devirmenin, hesaplarını yaparlar. 22 Şubat 1962'de Binbaşı Fethi Gürcan'ın, gayretleriyle Cumhurbaşkanlığı Köşkü kuşatılır. O gece Gürsel İnönü ve bazı bakanlar Çankaya'da ablukaya alınır. İnönüGürcan'a haber gönderir. Köşk'ten, çıkmalarına müsaade edilip edilmeyeceğini sorar. Gürcan'İhtilal gerçekleşti koruma altındasınız' dese her şey Talat Aydemir ve arkadaşları başarıya ulaşacaktır. GürcanAydemir'e'Ne yapalım?' diye sorar. Aydemir'Bırak gitsinler' cevabını verir. Her şey bu tarihten, itibaren, devletin, lehine döner. İsmet İnönü'nün, Çankaya Köşkü'nden, çıkarken, Fethi Gürcan'a'Talat'a söyleşimdi kaybetti' dediği kulaktan, kulağa yayılır.

Eskiden, darbeler tankla tüfekle yapılırdı. Zamanla darbeler de dönüşüme uğradı. Post modernden, dost moderne yepyeni kavramlar hayatımıza girdi. Kelimeler bile anlamlarını kaybettiler. 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri başarılı olsaydı muhtemelen, şu anda başka şeyler konuşuyor olacaktık. Emniyet-yargı cuntası istediğini alamadı. Nisan, ayından, itibaren, bakanları atayacaklarını düşünenler anahtar teslim devleti ele geçireceklerinin, hesabını yapan, paralel yapı şu anda hayal kırıklığına uğramış durumda. İmamlar toplantı üstüne toplantı yapıyorlar.

Artık bu cunta için, sonun, başlangıcına gelmiş durumdayız. Emirlerindeki polis yargı mensupları ya da kamuda çalışan, üyelerine 'Sakin, olunkine gücü ele geçireceğiz' telkinleri yapılıyor ama iş işten, geçti. Öte yandan, 15 Şubat'ta yeni bir tezgâhın, içinde olduklarını sosyal medyadaki sahte hesaplarla dile getiriyorlar. Artık bu saatten, sonra bir şey elde edecekleri yok. Sadece akıllarınca korku yayıyorlar.

Devletin, elindeki enstrümanlar her zaman, daha çoktur. Yakın, zamanda başlayacak casusluk soruşturmasıyla bu illegal yapının, bütün, kirli işleri birer birer deşifre olacak. Başbakanlık Teftiş Kurulu (BTK) nihai raporunu Erdoğan'a sundu ve savcılığa iletti. Raporu inceleyen, savcılar casusluk üzerinde soruşturmalarını devam ettiriyorlar. Şubat 2012'de Başbakan, Erdoğan'ın, evinde ve dönemin, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in, ofisinde dinleme cihazları bulunmuştu. Kalemden, bile küçük cihazları devletin, en, tepesindeki isimlerin, odalarına koyanlar uluslararası bazı istihbarat teşkilatlarıyla da bağlantı içindeler. Yani açıkça vatana ihanet suçu işliyorlar. Bu cihazları yerleştirenin, ismi ve hangi abisinden, emir aldığı bile belli. Bu cihazların, ne kadar süreyle odalarda kaldığı TÜBİTAK'tan, alınan, raporla teyit edildi. Sadece elde edilen, dinleme verilerinin, nereye ya da kimlere aktarıldığı bilinmiyor.

Savcılık yakın, bir zamanda böceği koyduğu BTK'da yazılı olan, kişinin, ifadesini alacak. Sonra soruşturmanın, genişleyip genişleyemeyeceği belli olacak. Şahsi fikrim genişleyeceği yönünde. 7 Şubat'ta Hakan, Fidan'ı devirip polis içinden, kendi adamını MİT'in, başına getirmek isteyen, cunta zaten, dinlemenin, baş faili durumunda. Bu cuntaya kimlerden, talimat gittiği biliniyor. İhbar mektupları da bu bilgileri doğruluyor.

Burada bir nokta daha var: MİT'in, Türkmenlere yardım götüren, tırlarını jandarmaya ihbar ederek durdurtanlar istihbaratın, içindeki paralel yapının, bir kliği. Bunlar elbette emniyet ve yargıdaki cuntayla beraber çalışıyorlar. Bu süreçleri yöneten, de bazı imamlar.

Medyadaki adamlarını da kullanan, ve imal edilmiş haberler yaptıran, cuntanın, diğer bütün, illegal işleri BTK raporunda var. Casusluk işini kotaranlarla 17 ve 25 Aralık darbesini örgütleyenler de aynı yapı. Hükümeti düşüreceklerinden, çok emindiler ama yanıldılar. İşler istedikleri gibi gitmedi. Şimdi cunta faaliyetlerinin, hesabı yargı önünde kendilerine sorulacak.

Bir ülkede darbe girişiminde bulunup başaramadığınızda bunun, sonuçlarının, ne olacağı herkesin, malumu. Darbe başarılsaydı Humeyni gibi yurda dönmenin, hesaplarını yapanlar herhalde hesaplarının, tutmadığını görünce derin, bir hayal kırıklığı yaşadılar. Ankara'daBursa'da kendilerine Beyaz Saray gibi devasa malikanelerden, yaptıranlar Türkiye'ye nizam verip devleti idare edeceklerini sandılar. Onlara geçmiş olsun, diyorum.

Talat Aydemir ve Fethi Gürcan, başaramadıkları darbenin, bedelini ödediler. Aydemir kıyamadığı İnönü tarafından, tereddüt dahi edilmeden, darağacına gönderildi. Aynı İnönüGürcan'a da acımadı. Başbakan, Erdoğan, kendisini devirmek isteyen, ve bir ucu uluslararası bir şebekeye dayanan, paralel yapıya acımayacağını ilan, etmişti.

Şu anda bütün, kontrol devletin, elinde. Bu saatten, sonra paralel yapının, elindeki kasetler şantaj dosyaları artık bir işe yaramayacaktır. 15 Şubat hayalleri ya da korkutma taktiklerinin, etkisi olmayacaktır. Meşruiyet yaratma çabaları ya da AK Parti'yi kapatma hayalleri de boşa düştü. Kabak gibi ortadasınız.

Tarih ders alınırsa tekerrür etmiyor. Alınmazsa neler olduğu mevcut. Hele hele darbe gibi bir girişim başarısız olunca başa gelen, çekilir.

27 Ocak 2014 Pazartesi

Fetullah Gülen, Dershane Olaylarının Perde Arkası

Fetullah Gülen ve Dershane

Fetullah Gülen ve Dershane Olaylarının Perde Arkası

Son zamanlarda gerek görsel basın yoluyla, gerek yazılı basın yoluyla, gerekse de sosyal medya üzerinden hükümetimize dershaneler üzerinden yükleniliyor.. Ben eğitim açısından dershanelerin kapatılmasına karşıyım.. Lakin devlet dershaneleri kapatmaya mecbur bırakılmıştır.. Bunun tek suçlusu Fetullah Gülen hareketidir..
Bu dershaneler cemaat için neden bu kadar önemli?

Çünkü dershaneler Fetullah Gülen’e tabii mürit toplama yeridir.. Yani bir nevi beyin yıkama yeridir.. Fetullah Gülen’e tabii olanlar ve bu oluşuma katılanlarla birlikte her dershaneye giden çocuk;, "zaman gazetesine abone olmak zorundadır.. Bu sebeple gazete satış tirajları yüksektir ve bu gazete satış tirajlarını hükümete koz olarak kullanıyor.. Demek istiyorlar ki; Bizim gazetemiz şu kadar satıyor, biz insanlara sözlerimizle etki ediyoruz bizim sözümüzü dinleyin ve bizim istediğimiz yolda yürüyün! Dolayısıyla bunu hizmet olarak isimlendirmek saçmalığın daniskasıdır..

Bunun adı ticarethane ve cep doldurmaktan başka bir şey değildir.. Holdingleşen bir cemaat olabilir mi? Vakıf adı altında her türlü dalavereyi yapacaksınız adına da vakıf diyeceksiniz.. Bunun adı vakıfsa ve hizmetse o halde dershanelerinizden ücret almayınız! Hizmet dedikleri dershaneler Türkiye’nin hatta dünya’nın en pahalı dershaneleridir.. Evet, Türkiye’de en pahalı dershanaler bunların dershaneleridir! Parası olmayan değil, parası olan bunların okullarından ve dershanelerinden faydalanırlar! Parayı’da Asya Bank’a hesap açıp yatırmak zorundasın.. Öyle her bankayla da olmaz bu işler derler.. Bunun adını da Allah Rızası için hizmet koymuşlar! Ama sıkışınca biz dini bir cemaat değiliz diyorlar.. O zaman siz dini kendinize alet ederek bir ticarethane kurmuşsunuz demektir.

Yurtdışına çıkan mezun olmuş zeki öğrencileri, yurtdışında çalıştırırlar ve bu mezun olan öğrencileri oralarda çalıştırıp, maaş’ının %60′ından fazlasını vakfımıza bağışlayacaksın şartını öne sürerler.. Yani bu kadar yardım severler kendileri..

Osmanlı dendiği zaman yalandan yere göz yaşı akıtırlar fakat Abdülhamit han’ın torununu parası olmadığı gerekçesiyle okullarına almamışlardır.. Bin bir uğraş vermişler fakat yinede kabul ettirememişlerdir..

Bugüne kadar Ak parti hükümeti cemaat mensuplarıyla hareket etti.. Tayyip Erdoğan, gülen cemaatinin önünü açtı bir dedikleri iki edilmedi.. Fakat bir suçluluk psikolojisinin gereği gibi davranarak hükümete vicdansızca yükleniyorlar.. Bakın arkadaşlar, gayri İslam-i metotlarla bir mücadele olmaz.. Sen Allah’ın kelamını çiğneyerek diyalog projesini yürüteceksin.. Gittiğin yerlerde la ilahe illallah demesi yeterli onlarda cennete girebilir diyeceksin.. la ilahe illallah muhammeden resulullah demesine gerek olmadan Hristiyan’ı, Museviyi cennete sokacaksın bunun adına’da barış köprüsü diyeceksin.. Nerede kaldı Allah yolunda savaşmak? Allah onları dost edinmeyin diyor sen Allah’ın kelamını mı çiğniyorsun Ey fetullah? Bu şekilde saçma sapan bir İslam-ı savunma olmaz.. Diyalog siyonizm projesidir! ve sen siyonizm’e hizmet ediyorsun!

Dinler arası diyalog diyerek, İslam-ı bu hale soktunuz!

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez bakınız bu diyalog hakkında ne diyor..

Gelelim dershaneler neden kapatılıyor.. Dershaneler’in kapatılmasının nedeninin eğitimle veya yeni eğitim anlayışıyla asla alakası yok..

Hiç düşündünüz mü zaman gazetesi ve cemaat’in tüm yayın organlarının neden Mit Müsteşarı Hakan Fidan’a yüklendiğini? Düşünmediyseniz söyleyeyim; Milli İstihbarat Teşkilatı Mit Müsteşarı Sayın, Hakan Fidan’ın raporu doğrultusunda Ak partinin içerisine cemaat tarafından 150 kişilik millet vekili sokulması planlanmış bu planı gerçekleştirip, Ak partiyi bölüp bölünen kısımı Cumhuriyet Halk Partisine kaynak yapıp, Cumhuriyet Halk Partisiyle yollarına devam etme kararı almışlar.. Yani Ak partiyi yok etme planı hazırlamışlar.. Bu plan Fetullah Gülen’in yani gülenizm hareketinin siyonizm’den almış olduğu direktifler doğrultusunda gerçekleşmiştir..

Bu ortaya çıkınca Tayyip Erdoğan’a Hakan Findan’ı görevden alacaksın baskısı uyguladılar.. Dikkat ederseniz manşetlerinden indirmediler..

Detaylar aşağıda;
Alıntı:
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Fethullah Gülen cemaati hakkında Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla bir rapor hazırladığı ortaya çıktı.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan tarafından Tayyip Erdoğan’a sunulan raporu Aydınlık Gazetesi açıkladı. MİT’in üzerinde 6 ay çalıştığı Rapor, Gülen Cemaatine ait birçok bilginin yer aldığı 40 klasörden oluşuyor.

ERDOĞAN’IN TALİMATIYLA HAZIRLANDI

MİT Müsteşarı Hakan Fidan, raporu “Başbakanlığa” hitabıyla başlayan bir sayfalık önyazıyla birlikte Erdoğan’a sundu. Önyazıda, raporun Başbakan Erdoğan’ın şifahi emirlerinin alınması üzerine 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren özel çalışma başlatıldığı hatırlatıldı. Aynı yazıda bu çalışmanın, ilgili kurum ve bakanlıklar ile ortak program hazırlanarak araştırmaların yapıldığı bilgisi verildi.

4800 KİŞİ TAKİP EDİLDİ

MİT cemaatin yönetim ilişkilerini Erdoğan’a bir şemayla anlattı. Cemaatin yönetici kadrosu çerçevesinde 4800 kişi takibe alındı. "Cemaatin Kurmayları" olduğu tespit edilen, 4′ü politikacı, 2314′ü işadamı, 171 eski ülkücü, 5′i TSK mensubu, 173′ü emniyet mensubu, 47′si din adamı ve 23’ü MİT mensubu olan isimler hakkında dosyalar hazırlandı.

Raporun giriş bölümünde Gülen cemaatinin toplum ve siyasi alandaki etkisine dair değerlendirmeler yer alıyor. Fethullah Gülen’inherkul.org adlı siteden yaptığı konuşmalar ise "devlete meydan okuma" olarak nitelendiriliyor.

MİT’İN GÜLEN CEMAATİ RAPORU

Her an ölüm tehdidi altında olduğunu, bu yüzden ABD’den ayrılmayacağını, yaptığı mücadelede dava arkadaşlarına danışmadan karar veremeyeceğini, bahse konu çağrının ise, bunun kendisine karşı hazırlanan bir komplo olabileceğini, hususlarına anlaşılabilinir bir uslupla devlete ve devlet yetkililerine güvenmediğini, devletimizi suçlayarak meydan okuyan görüşlerini açıkça ifade etmiştir.

MİT çalışmasında cemaatin mali kaynakları ve faaliyetlerini tespit etti. Rapor’da Gülen Cemaatine ait sermayenin 150 milyar dolar olduğu belirtildi.

MİT’İN GÜLEN CEMAATİ RAPORU

150 milyar dolara ulaşan cemaat sermayesinin Fethullah Gülen cemaatinin destekleyicilerine ait olduğu belirtiliyor. Büyük bölümü kayıt dışı olan bu sermayeyi, cemaatin kontrolündeki şirketler elinde tutuyor. Bu şirketlerin yıllık iş hacmi ise 7 milyar doları aşıyor. Cemaat, 65’i büyük kuruluş olmak üzere 700 şirket tarafından destekleniyor.

MİT CEMAATİN MALİ KAYNAKLARINI İNCELEDİ
MİT tarafından cemaate parasal destek sağlayan şirketler, vakıflar ve eğitim kurumları da mercek altına alındı. Bu kurumların şirket yönetimleri, Türkiye çapına yayılan şubeleri incelendi. Ayrıca yurt dışında da cemaate destek sağlayan şirketler tek tek tespit edildi. Özellikle Orta Asya’da farklı ülkelerde bulunan kurumların para hareketleri ve yöneticileri hakkında dosyalar hazırlandı.


Allah Rızası için yapılan hizmeti görüyor musunuz? 150 milyar dolar! Kör olmaya gerek yok, Yasin Suresinde Hak Teala ne diyor; Sizden ücret istemeyenlere tabii olun diyor!

Fetullah Gülen ise bu dershaneler ile ilgili şu açıklamayı yapıyor;

Alıntı:

Gülen’in konuşmasındaki konuyla ilgili bölüm şöyle:

“60 ihtilalinden bu yana, onu da gördük tokadını yedik, 70 darbesini gördük tekmesini yedik. 80 darbesini gördük onun da çiftesini yedik. Hepsinden bir şey yedik. Fakat tekme atan, tokat atan, çifte atanın şimdi hesapları görülüyor. Biz yapmadık onu, kader hüküm verdi ve kaderin o mevzuda figür olarak kullandığı insanlar, onları öyle yaptılar. Bana dokunan bir yanı vardı, yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkan olsa ben onların hepsine ‘serbestsiniz’ derim. Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor, ‘Topuklarını birbirlerine vurdu. Karşımızda dimdik durdu bu adamlar. Bunlara bunu dedirttik’ diyorlar bir taraftan kapalı kapılar ardından; fakat bir taraftan da camia onu sanki bir kısım elemanlarına yaptırtıyormuş gibi onlara fısıldıyor. Bir taşla iki kuşu vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar. Bana yakışmayan şeyler ama müsaadenizle bu kadarını da söyleyeyim.”

Gülen’in bu sözleri safsata’dan ibarettir ve hiç biriside doğru değildir..

12 eylül darbesinden önce askere darbe için davetiye çıkarmıştır.. Şunları söylemiştir; Tuğa selam, sancağa selam ve onu tutan yüce başa binlerce selam..

Kenan Evren’i yüce baş yapmıştır.. Sonra tokadını yedik diyor..

Bu darbeye davetiye değil diyebilirsiniz ama darbeden sonrada şunları söylemiştir; Ümidimiz tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz. 28 şubatta da darbe hükümetine de zaman gazetesi hayırlı olsun manşeti atıyor! ve Gülen efendi şunları söylüyor; Böyle bir hengamede 28 şubat her iki bakımdan da hayırlı oldu.. Hem içte ve dışta rahatlama sağlayacak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük İslami çoğunluk ile İslam adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı..

Soruyorum bu hocamı darbelerin tokadını yemiş? :)

Hatta 28 şubata muhtıra demenin askeri suçlamaktır demiştir ve ekliyor 28 şubat askeri müdahalesi değil darbe muhtıra bile olamaz diyor..

Tam açmak için tam söylemi şöyle; Bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum.. Niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum..

Soruyorum bu mu tekmesini, tokadını, çiftesini yiyen hoca efendi?

Erbakan’ı o koltuktan indirmek için Askere çağrı yapan Fetullah Efendi, çifteden, tekmeden bahsediyor..

djty.jpg

Buna ben cevap vermeyeyim Rahmetli Erbakan Hoca cevap versin..

Diyalog projesinin karşılığında aldıkları; Fethullah gülen hocaefendi’nin direktifleri ile iş hayatında varolan kuruluşları

Asya Finans,
Samanyolu TV,
Zaman Gazetesi,
Aksiyon Dergisi,
Zafer Dergisi,
Sızıntı Dergisi,
Yeni Umut Dergisi,
Cihan Haber Ajansı,
Burç FM,
Fem Dershaneleri,
Anafen Dersanesi,
İzmir Körfez Dersanesi,
Ankara Maltepe Dersanesi,
Adana Işık Dersanesi,
İç Anadolu Nil Dersanesi,
Kars Nilüfer Dersanesi,
Nil Eğitim ve Kültür Vakfı,
Diyarbakır Sur Dersanesi,
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı,
Türkiye Öğretmenler Vakfı,
Kırgızistan Mescit ve Kalkınma Vakfı,
Yakutistan, Tuva, Hakas Çağ Öğretim İşletmeleri,
Başkurdistan Serhat Eğitim ve Öğretim Hizmetleri A.Ş,
Çuvaşistan Ertuğrul Gazi LTD. ŞTİ,
Tataristan Ertuğrul Gazi LTD. ŞTİ,
Romanya Fetih A.Ş,

Moldova Fetih A.Ş,
Arnavutluk Gülistan Eğitim ve Yayın Tic LTD. ŞTİ,
Ukrayna Sema Eğitim Hizmetleri A.Ş,
Pakistan Çağ Öğretim İşletmeleri A.Ş,
Fas Samanyolu A.Ş,
Kuzey Irak Nilüfer Koleji,
Azerbaycan Çağ Öğretim İşletmeleri A
.Ş,
Kırgızistan Sebat A.Ş,
Özbekistan Silim A.Ş,
Türkmenistan Başkent Eğitim ve Yayıncılık ve Tic. LTD. ŞTİ,
Tacikistan Şelale A.Ş,
Kazakistan Şelale A.Ş,
Moğolistan ve Buryat Çağ Öğretim İşletmeleri A.Ş,
İzmir Yamanlar Fen Lisesi,
İstanbul Fatih Koleji,
İstanbul Işık Üniversitesi,
Ankara Samanyolu Lisesi,
Fatih Üniversitesi,
Bursa Nilüfer Lisesi,
Eskişehir Ertuğrul Gazi Lisesi,
Erzurum Aziziye Lisesi,
İzmit Dilovası Sanayicileri Vakfı (Disav),
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı,
Urfa Şurkav Vakfı,
Erzurumlular Eğitim ve Kültür Vakfı,
Halidiye Vakfı,
Erzincan Özel Fevziye Lisesi,
Konya Koyunoğlu Vakfı,
İstanbul Semah Eğitim Vakfı..
vs..
yazamayacağım kadar şirket.

Fethullah Gülen'in BBC'den Güney Yıldız'a verdiği mülakat şöyle:

Gündemde oluşan tüm eleştirlere ince ayar ve açıklık babında bugüne uyarlama yapılmışhaliyle güncelleme bir roportaj... Yapılanları değiştirebilirmisiniz.Halkın zararını geri getirebilirmisiniz. Devlet bir oyuncakmıdır. Millet sizin ince ayar çektiğiniz bir parkurmudur. İlahi adalet elbet dersini verecektir.
dinliyelim

Fethullah Gülen'in BBC'den Güney Yıldız'a verdiği mülakat şöyle:
Güney Yıldız: AK Parti hükümeti Hizmet hareketiyle bağlantılı polislere ve savcılara yönelik bir tasfiye hareketi yürüttüğünü ifade ediyor. Bu sizi endişelendiriyor mu? Devlet içindeki bu tasfiyeler hareketinize ne kadar zarar veriyor?
Her yanlışlık bizi rahatsız edebilir. Ama tasfiyeye tabi tuttukları, tayin ettikleri her kişi cemaatten demek doğru değil. O insanların içinde zannediyorum sosyal demokratlar var, milliyetçiler var, ulusalcılar var. Ve bir de elimizde değil, "sakın, zinhar, bize karşı sempati duymayın, bizim hizmetimizin içinde, hareketimizin içinde görünmeyin diye ilan vermek gibi bir sorumluluğumuz yok. Sempati duyabilirler. Başka zaman da ifade ettiğim gibi, şimdi bunların sağa sola savurdukları insanların binde birini tanımam. Mübalağa yapmıyorum burada, çünkü Allah bunun hesabını sorar benden. Sonradan bu ortaya da çıkabilir, bu insanlar, savcısı, hâkimi, emniyetçisi, yerlerine dönmek istedikleri zaman herhalde orijinlerini ortaya koyacaklardır.

"Ben şu çizgide bir insanım, şöyle düşünüyorum" diyeceklerdir. O zaman biz utanmayacağız, belki başkaları utanacak. Burada kurunun yanında yaşın yanması gibi, Türk atasözüdür bu. Zannediyorum onlar da vicdanlarıyla böyle yüz yüze gelince, kendilerini hesaba çekeceklerdir.

'Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor'
BBC: Hizmet hareketinin yaklaşık 50 yıllık tarihinde yaşadığı en zor dönemin bu dönem olduğu fikrine katılıyor musunuz? Geçmişte Said-i Nursi'nin tek parti döneminde yaşadıklarıyla paralellik görüyor musunuz?
Onların hissiyatına göre, düşüncelerine göre hareket etmemek bir cinayet sayılıyor. Bu bizim kabahatimiz olabilir. Bir de inancım o benim; bu yaşadıklarımızı Cenab-ı Allah'ın bizi cezalandırması şeklinde değerlendiriyorum. Siz Bediuzzaman'dan bahsettiniz; o bir yerde diyor ki 'Ben bunca zaman bana çektirenlerin hikmetini şimdi anlıyorum. Benim suçum Hizmeti Kur'aniyyeyi maddi manevi terakkiyatima alet etmekliğimmiş" der. Oysaki yapılan şeyler sadece Allah rızası için ihlasla yapılmalı. Ve yapılan şeyler insanlığa bir şeyler kazandırmalı. İnsanlık ondan bir şey kazanmalı. Havada uçmak, suda batmadan gitmek için insan kendisini dine diyanete verirse şayet o da yine ihlasa muhalif bir tavır ve davranış olduğundan dolayı Allah cezalandırır.

Bir ayette denir ki "Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir." Dosdoğru bir yolda olduğumuzu söylediğimiz halde, adanmışların yolunda yürüdüğümüzü söylediğimiz halde tam öyle adanmışlara yakışır, yaraşır hareket etmediğimiz için Allah tokatlıyor olabilir bizi. Ama bu onların doğru yaptığı anlamına gelmez. Allah onlara da hesabını sorar bu yaptıklarının.

'Yolsuzluk olduğu muhakkak… kimsenin değiştirmeye gücü yetmez'
BBC: Türkiye'deki yolsuzluk operasyonu ve bunun etrafında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neresinden başlayayım bilemiyorum da… Bir yolsuzluk olduğu muhakkak. Bunu herkes kabul ediyor. Eskiden avam-havas derlerdi. Halktan, okumuş insanlara, elite kadar herkes hemen meselenin mahiyetini görüyor, biliyor. Değiştirmeye de kimsenin gücü yetmez. Fakat bir rahatsızlık vardı herhalde, cemaate karşı bir rahatsızlık vardı. Bu vesile ittihaz edildi. Esas o işi yapan hâkimler ve savcılar sağa sola savruldular.

'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturdu'
O insanlar geriye dönerken herhalde orijinlerini ortaya koyarak döneceklerdir. Bunların içinde milliyetçilerden insanlar olacaktır, mesela MHP'den insanlar olduğu ortaya çıkacaktır, hâkimden, savcıdan, polisten. Ulusalcılardan insanlar olduğu ortaya çıkacaktır. Ama meseleyi biraz büyük göstermek, böyle yer yere nüfuz etmiş, her yere sirayet etmiş, tamamen bunların dedikleri gibi, alternatif bir devlet gibi, paralel bir devlet gibi falan, meseleyi gösterme adına, böyle bu savurdukları insanların hepsinin aynı düşünceyi aynı duyguyu paylaştığını iddia ettiler.

'Hareketi olduğundan büyük gösteriyorlar'
Biraz büyük gösterme, biraz kendi tabanlarını koparma, koparmaya çalışma, harekete karşı rahatsızlıklarını, böyle bir fırsat zuhur edince, ortaya çıkınca, değerlendirme gibi bir şey oldu zannediyorum. Belki onlar da bir gün nadim olup ağlayacaklar buna, pişmanlıklarını ifade edecekler.

Daha önce de başımıza gelen şeylerden dolayı belki yüz tane insan emaille, "Ne olur hakkınızı helal edin, size karşı haksızlık yaptık" dediler. Askeri dönemlerde de oldu bu, başka yine böyle herkesi vesayetleri altına almak isteyen insanlar tarafından da oldu. Tarihi tekerrürler devr-ü daimi içinde hep olageldi bunlar, hususiyle yakın zamanda. Pişman olanlar olacak, sözlerini tashih etmeye çalışacaklar, fakat şu anda mesele bu istikamette gelişiyor. Bir de medyada da yandaş olanlar var, taraftar olanlar var, onlar da bazı meseleleri çarpıtıyorlar.

'Türkiye'ye de kaybettiriyor'
Yine ben buradaydım, Haziran fırtınası diyoruz, 1999 yılıydı, medya aynı şeyi yaptı, 7-8 sene o mahkeme devam etti, ondan sonra beraat alındı. Temyiz de tasdik etti onu. Bu konuyla alakalı burada bir akademisyen esasen bir kitap hazırladı, yazdı. Hatta benim unuttuğum yerleri bile o çok canlı olarak o kitapta ifade etti. Yani o türlü hadiseler hep olageldi. Bu da onlardan bir tanesi. Bundan sonra da yine olacağa benzer. Ama bu olan şeyler bir yönüyle Türkiye'ye de kaybettiriyor zannediyorum. Amerika Birleşik Devletleri'nin bakışına, Avrupa Parlamentosu'nun bakışına olumsuz şekilde aksedecektir bunlar. Çünkü anti-demokratik şeyler yapılıyor. Hukuka aykırı şeyler yapılıyor. Bunu hemen herkes söylüyor şimdilerde.

Ama bu mesele hemen böyle çabuk düzelebilir mi? Yeniden iş rayına oturtulabilir mi?
İnsaflı olmaya bağlı, fakir, ben, birazda rahatsızlığım sebebiyle bu mevzuda, müdafaa sadedinde hiçbir şey söylemedim. Hiç bir şey söylememeye de kararlıyım bu mevzuda. Belki bazı arkadaşlar sadece hukuki ifade ile tavzihler, tashihler, belki tekzipler yapıyorlar. Kendileri de işin içinde mütalaa edilenler bunu yapıyorlar ama ben o mevzuda bir fikirde bulunmadım, bir mütalaada bulunmadım. Böyle davranmaya da devam edeceğim. Evet, bir şey konuşmayacağım.

BBC: Hareketinizi "paralel bir devlet" oluşturmakla suçlayan yalnızca Başbakan Erdoğan değil, başka kesimler de bu iddiaları dile getiriyor ve sizin bir çeşit talimatınız olmadıkça yolsuzluk operasyonu gibi bir operasyonun başlamayacağını söylüyorlar.
Bu medyaya da düştü, kendileri de biliyorlar. 8-10 ay evvel Milli İstihbarat haber vermiş. Milli istihbarat, Sayın Başbakan'ın emrinde çalışan bir müsteşarlık, haber vermiş. Bu araştırmalar yapılıyormuş, tespitler yapılmış, şimdiye kadar yapılageldiği şekilde onlar böyle bir operasyonda bulunmuşlar. Burada bir hususu izah edeyim ben, müsaadenizle. Bir arkadaşımız geçen gün bir şey anlattı: "Ben bir caddede gidiyordum arabayla, kırmızı ışıkta durdum sonra arkadan gelen, hızlı gelen bir polis arabası benim arabama çarptı, arkadan. Sonra geldi üzerime yürüdü benim. Ne diye durdun ben de geldim çarptım. Ben de ona dedim ki, kırmızı ışıkta durmanın kaldırıldığına dair bir kanun bilmiyordum, ben onun için durdum. Kusura bakmayın yanlış yaptık."

'Paralel devlet söylemi, yolsuzluğu unutturuyor'
Böyle rüşvetler, irtikâplar, ihtilaslar, bu mevzuda adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar bunlar şimdiye kadar hep suç sayılıyormuş. Dolayısıyla, yani kendilerine böyle bir şey verilmiş, siz başkalarının üzerine gidin bu mevzuda, bilmeyerek onlar da, biraz evvel bahsettiğim gibi, gayri mütecanis o yapı, adli yapı, emniyet yapısı, bunların üzerine gitmişler. Bilememişler yani o mevzuda bunların suç olmaktan çıkarıldığını bilememişler ve yapmışlar bu meseleyi. Bu onları rahatsız ettiğinden dolayı. Dolayısıyla sadece paralel devlet üzerinde duruldu. Yapılan esasen o mesavi diyebileceğimiz, o kötülükler diyebileceğimiz, rüşvetler, ihaleye fesat karıştırmalar, onlardan hiç bahsedilmiyor yani. Onlar, olağan bir şey gibi gösterilmeye çalışılıyor.

'Getirdikleri insanları gönderdiler, bunları da gönderirler'
Benden emir almaları mümkün değil yani, Türkiye'de her yerde, her şehirde, nerede böyle bir hadise çıktıysa hemen polisin üzerine, orada savcının üzerine, hâkimin üzerine yürüdüler. Onları kaldırıp attılar, daha evvel de öyle bir şey yapmışlardı. Bunlar getirdikleri insanlar. Zannediyorum, bunlar da bir şey yapsalar, bunlar da gider, yine başkalarını getirirler. Bu açıdan, öyle bir karmaşa söz konusu zannediyorum. Benimle alakası yok bu meselenin. Başka vesilelerle de arz ettiğim gibi, ben o işi yapan insanların, operasyonlara giren insanların binde birini bile tanımıyorum. Bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.

'Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem'
BBC: Sıklıkla hareketinizi siyasetten uzak tutma isteğinizden söz ediyorsunuz. Son dönemde giderek siyasi tartışmaların odağı haline gelmesi sürecinde pişmanlık duyduğunuz bir durum ya da hareket oldu mu?
Pişmanlık duymam. Kaderi de tenkit etmem. Onu tenkit sayılacak şeyler aklıma geldiğinde istiğfar eder. Biraz önce söylediğim mülahazalara bağlayarak Rabbimizle münasebetimizi tam tutamadığımızdan dolayı, Allah başkalarının eliyle cezalandırıyor bizi.

Hadis diye rivayet edilen bir söz var; "Zalim Allah'ın kılıcıdır. Allah onunla intikam alır sonra döner ondan da intikam alır." Pişmanlık değil ama bu vesile ile kendimizle yüzleşebiliyorsak.. Hazret-i Ömer'e nispet edilen bir söz var: "Hesap faslı gelmeden kendinizle yüzleşin, hesaplaşın." Meseleye biraz böyle bakıyorum. Bu, arkadaşlarımızın yaptıkları her şey milimi milimine doğruydu demek değil yani.

BBC: AK Parti iktidarının önemli bir dönemi boyunca, bu parti ile ortak bir zemin bulup, belirli düzeylerde desteklediniz. Daha sonraki dönemde ise Kürt meselesinin çözüm süreci ve Mavi Marmara olayı dolayısıyla İsrail ile ilişkiler üzerinden ayrıştığınız ayrımlara gidildiği değerlendirmeleri yapılıyor.
Hiçbir siyasi partiyle hiçbir zaman bütün bütün aynı çizgide olmadık. Hangi parti olursa olsun, yani bu MHP de olabilir, CHP de olabilir, AK Parti de olabilir, DYP de olabilir, ANAP da olabilir; bu iki parti bugün yok gibi. Bunların isabetli işlerini, yerinde işlerini desteklemek insani bir vazife gibi geldi bize hep. Nitekim referandumda ben şimdiye kadar hiçbir zaman demediğim bir şeyi dedim. Bu demokratik bir açılımdır. Demokratik bir referandumdur. Bu mevzuda herkes 'Evet' demeli.

Mavi Marmara açıklaması
Ama meseleyi Mavi Marmara'ya dayandırıyorlar. Röportajdan son bir iki soru sordular bana, 'bunu nasıl görüyorsunuz?'. Ben dedim ki: "Keşke diplomasi sonuna kadar kullanılsaydı, kaba kuvvetle işin üzerine gidilmeseydi. Bunlar değişik problemlere, sosyal problemlere sebebiyet verir, komplikasyonlara sebebiyet verir." Burada mesele gazeteye nasıl manşet yaptı bilemiyorum. O Türkiye'de farklı şekilde değerlendirildi. Yani, kendi insanımızın aleyhine başkalarının yanında yerini alma gibi bir şey. Fakat bir probleme meydan vermemek için esasen öyle bir mülahaza arz ettim. Bugün de olsa yine aynı şeyi arz ederim. Diplomasi sonuna kadar kullanılmalı bence. Kan dökmeye, insanlara kıymaya, insanları cepheye sürmeye gitmemek lazım. Mülahazamdı. Herhalde o irtibatı da, o iltisaki da biraz o mülahazaya bağlıyorlar.

BBC: Kürt sorunuyla ilgili belki fikirlerinizi daha netleştirmeniz açısından bir soru daha sormak istiyorum. Kürt meselesinin çözümüyle ilgili biz daha önce harekete geçtik, okullar açtık dediniz. Fakat daha sonrasında, o günlerde buna iltifat edilmediğini söylediniz. Fakat daha sonrasında, özellikle son dört beş yılda, birincisi KCK soruşturmaları, ikincisi Oslo görüşmelerinin sızdırılması konusu, daha sonra da bu 7 Şubat'ta MİT'e yönelik yapılan operasyon, bunlar hep size mal edildi. Siz bir mülakatınızda, Kürtçe anadilin tartışılmaması gerektiğini söylediniz. Sizin özellikle karşı olduğunuz şey örgütle yapılan müzakereler konusu mu?
Örgütle müzakere yapılabilir, bir beis görmüyoruz onda. Fakat devletin, itibarı onuru korunarak yapılmalı. Öyle yaparsanız yarın tarih ona, "paralel yapı budur" der. Yani onlarla görüşürseniz "paralel yapı budur" der. Bir şey diyemem ben ona, yani işte çocuk katili falan dediler, terörist dediler. Devlet de yakalarken zaten bir terörist olarak yakaladı Türkiye'ye getirttirdi. O günkü mahkemeler onu içeriye attı, bu iktidar yoktu o zaman daha evvelkiler içeriye attılar. Aleyhinde bir şeyimiz olmadı da fakat onları şu anda da aleyhte belli tavırları var. Ve Türkiye'de ki mevcut idare de zannediyorum gelecekleri adına o bölge insani ile iyi geçinme, şirin geçinme, onların gücünü de arkalarına alma adına o meseleyi de yine cemaat, camia, hareket dedikleri kesime fatura etmek için öyle bir gayret içine girdiler.

'Demokrasi desteğime karşı kıyamet kopardılar'
O hâkimler kurulu, HSYK falan, demokratik bir çerçevede bir şekil almalı. Evet, bunu burada sadece söylemedim; 20 sene evvel demokrasi geriye dönüşü olmayan bir vetiredir, süreçtir dediğimde, bugün aleyhte yazıp çizen insanlar o zaman da yine kıyamet kopardılar: "Ne demek yani, Müslümanlıkla demokrasinin ne alakası var?" diye. Sonra daha ötesini de dediler onlar. Kendileri daha ötesini dediler, her şey de olabilir dediler.

Bu açıdan böyle aynı çizgiyi paylaşma demek değil. Ama onların makul bir yanları varsa, hukuk adına makul bir yanları varsa, demokratik açıdan makul yanları varsa, millet hizmet etme gibi bir yanları varsa, çevreleriyle iyi münasebet kurma adına pozitif saydığımız bir yanları varsa, bu hususlarda müşterek gibi görünebiliriz, aynı karede görünebiliriz. Oy vermenin dışında da bizim hiçbir siyasi partiyle alakamız olmadı. Böyle derken belki sempati duyan iki tane insan, kendileri istemişlerdir de iki tane insan girmiştir o partinin içine. Yoksa başka kişiler de yönlendirilebilir. O partinin omurgasını teşkil ederdi bugün. Çok farklı sesler olabilirdi orada. Ama öyle bir arzumuz olmadı.

'Kürt meselesinde sürece biz onlardan evvel destek verdik'
İkincisi bu Kürt meselesinde, o sürece biz onlardan evvel destek verdik. Yani, Fakir'in yaptığı şey sadece bir teşviktir, teşvikten ibarettir. Kendilerine bu mevzuda yazılı bir kısım dokümanlar da arz etmiştim. Yani, oraya, o bölgeye sahip çıkılması lazım. Eğitim adına sahip çıkılması lazım, sağlık adına sahip çıkılması lazım, ilahiyat adına, camilerin imamları müezzinleri adına sahip çıkılması lazım, emniyet teşkilatı adına sahip çıkılması lazım.

Siz sahip çıkmazsanız, şimdiye kadar bir kısım gadre uğradı o insanlar, bu meseleyi büyüterek gelecek nesillere intikal ettirirler. Fakat iltifat edilmedi bu meselelere. Belki on küsur sene oldu, bu mevzuda biz tekliflerimizi onlardan evvel sunduk. Onlar bu mevzuda bir şey yapmayınca; fakir, bilmiyorum arkadaşların, dostların, muhiblerin, sempatizanların neler yaptığını bilmiyorum. Ama o bölgede okullar açıldı. Okuma salonları açıldı. Bir yönüyle dağa gitmenin yolu eğitimle kesilmeye çalışıldı. Bunlar yapıldı.

Fakat her nedense karalama adına yine surecin aleyhinde gibi gösterdiler. Katiyyen ve katibeten. Ama, meseleye yaklaşımı keyfiyeti farklıydı. Biz eğitimle çözelim, vifak ve ittifakı temin etmek suretiyle çözelim. Aynı zamanda fakirliği gidermekle oralarda yatırım yapmakla o meseleyi çözelim ve büyük ölçüde de oldu bu. Sadece Türkiye'nin içinde değil Kuzey Irak'ta da oldu. Bunu yaptılar. Ben gitmedim görmedim ama yapılan şeyler dillere destan denebilecek mahiyette.

Onun orada hareket dedikleri camiaya karşı esasen bir iftira var. Haksız bir tecavüz var, bir saldırı var. O mevzuda da öyle düşündük, öyle olmasını isabetli gördük. Bütün dünyaya karşı Hz. Mevlana gibi, yani bir ayağımız işin merkezinde, kendi düşünce dünyamızda, mefkuremizde, gayeyi hayalimizde. Bir değer taraftan da bütün insanlığa sevgiyle açılma. Genel felsefemiz bu. Yakından fakiri tanıyanlar bilirler. Daha sonra devlet o işe sahip çıktı belki ama. Fakat Türkiye'de sağa - sola savrulmuş, atılmış, Ortodokslarla, Ermenilerle defaatle bir araya geldik. Aynı sofrada aynı çanağa kaşık çaldık, onlarla. İlk defa Cenab-ı Hakk'ın lütuf etmesiyle o kapı, arkadaşlarımız, dostlarımız taraftarlarımız tarafından açıldı.

'İsrail'i milletimize tercih etmiyoruz'
Bazı meselelerde İsrail'le müşterek Orta Doğu projesi falan falan diyorlar. Belki oradaki Haham'la görüşmüşüzdür, 500. Yüzyıl Vakfı'nın Başkanı bir zamanlar Pinto idi, onunla görüşmüşüzdür. İshak Alaton var, samimi. Hareketin yurt dışında yaptığı şeyleri takdirle karşılayan, hatta burada da bazı problemlerin üzerine giden insanlar. Onlar da yaptıkları bu şeyleri biraz insanî değerlere bağlı olarak yaptılar. Bu kadar münasebet, buna kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur zannediyorum. İsrail yanlısı gibi gösterme, tamamen onları kendi milletimize tercih ediyor gibi gösterme, buna dair bir şey yok. Bir insan olarak onları da kabul etme, insanlığın iftihar tablosunun yaptığı gibi kabul etme ayrı mesele.

'Öcalan'la ve dağdakilerle görüşmenin karşısında değiliz'
Açıktan açığa ben hiç bir şey söylemedim, fakat bir dönemde terörist ilan ettikleri, müebbet hapse mahkûm ettikleri hatta idamı söz konusu olduğu zannediyorum. Avrupa Birliği'nin o mevzuda kati bir tavrı olduğundan dolayı böyle bir şeye gidilmedi. Hatta MHP'nin tavrı da oydu, AKP'nin tavrı da belki de oydu geldikten sonra. Fakat sonra hangi mülahazaya binaen bilemiyorum onlara şirin görünmek suretiyle bölgede, öylede de dersem suizan olabilir seçime matuf bir tavır olabilir yani. Aslında Türkiye Cumhuriyeti Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Abhazasıyla bir millet yani, Anadolu insanı diyoruz, hatta çok defa o tabiri kullanıyoruz. Birlik ve beraberlik adına, terminolojide bu da çok önemli bir şey ifade ediyor. Ne Oslo görüşmesi, ne PKK'nın adadaki insanıyla görüşme mevzuu, ne dağdakilerle görüşme mevzuu, onun karşısında olmadık. Fakir'in yine yakın zamanda bir mülakat münasebetiyle, söylediğim dediğim bir şey oldu, "Sulh esastır, anlaşma esastır" dedik. Bunlara saygı duyan insanlar da belki o toplum içinde yüzde 80'dir. Bunları istemeyen sadece dağdaki insanlardır. İran'ın tesirinde olan insanlar, Suriye'nin tesirinde olan insanlardır. Bunlar rahatsızlık duyuyor, yani Cemil Bayık rahatsızlık duyuyor, Fehman Hüseyin rahatsızlık duyuyordur. İran'daki PJAK'ın içindeki insanlar bunlardan rahatsızlık duyuyorlardır. Yani ne diye, işte onlar da aynı şeyi söylüyordur: "Asimile etmek istiyorsunuz Kürtleri." Oysaki fakir, hem dedim, hem de tavsiye ettim, fakirle görüşen insanlara hep, televizyonda Kürtçe dersi verilmesi, onlara bakan öyle bir televizyon kanalının açılması. Aynı zamanda Kürtçe'nin seçmeli bir ders olarak okullarda okutulması, üniversitelerde okutulması. Yani yapılması gerekli olan bu makul şeylerin hepsi söylendi tarafımızdan. Bunları toplasak belki bir mücellit olur. Fakat nedense, onlara karşı da, hareketi ve hizmeti böyle kötü göstermek adına, sürecin karşısında gibi hep belli bir kesimde, bir medyada öyle işlendi mesela. Bizim orada Kürt vatandaşlara karsı yaptığımız şeylerden dolayı Öcalan'ın rahatsızlığı vardı yani okuma salonlarından kültür lokallerinden dağa gitmenin önünü kesme adına, orada ki o fakir insanlara çıkma adına rahatsızlıkları vardı. Dağın da rahatsızlığı vardı, Suriye'dekilerin, PYD'nin de rahatsızlığı vardı. İran'daki PJAK'ın da rahatsızlığı vardı bu mevzuda.
Dağın yolu kesilmesin istiyorlardı ve milletin, Kürt-Türk birliği ve bütünlüğü adına ve ittifakı adına yapılan şeylerden rahatsızlık duyuyorlardı. Türk milletine karşı hep böyle kin ve nefret olsun, katiyen uzlaştırıcı barıştırıcı bir şey olmasın rahatsızlığı vardı.

BBC: Seçim dönemi, Türkiye'de olsanız AK Parti için ya da Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması durumunda Erdoğan için oy kullanır mıydınız?
Hayatımda şimdiye kadar bir kere oy kullanmak nasip oldu. Ya içerdeydim, ya kaçıyordum veya o haklardan mahrum edildiğim dönemdeydim, bir kere oy kullandım. O da merhum Turgut Özal İzmir'den adaylığını koymuştu milletvekilliğine. O zaman Necmettin Erbakan'ın partisinden koymuşlardı.
Bir de benim Edirne'de imamlık yaptığım dönemde, oranın müftüsü olan Yaşar Tunagür önemli bir simaydı. İkisi de İzmir'den adaylıklarını koymuşlardı.
Ben sadece o zaman oy kullandım. Onlar için oyumu kullandım. Sonra nasip olmadı yani. Oy kullanma aleyhinde olmadım. Kullanmama gibi bir şey yapmadım. O demokratik bir haktır. Herkesin de kullanmasını arzu ederim. Şimdi de ben o mevzuda referandum da olduğu gibi bir şey söyleme niyetinde değilim. O farklı bir şeydi. Belki bir şey desem şöyle derim, "Kim hak hukuk karsısında dik duruyorsa, sağlam ise, sağlam duruyor ise, kim demokrasiye saygılı ise, çevresi ile iyi geçiniyor ise"- eğer bir şey diyeceksem böyle derim. Hani onu da diyeyim mi, demeyeyim mi düşüneceğim. Efendim ona oyunuzu verin diyebilirim yani. Ve bu parti seçme mevzu, insanların o mevzuda ferasetlerine, kiyasetlerine kendi akıllarına ve mantıklarına karşı hakaret sayarım onu. Herkes her şeyi ayan beyan görüyor yani. Tercihte onları birine yönlendirmeye zorlama gibi bir tavrım olmaz.

BBC: Uluslararası düzeyde inançlar arası diyalogdan söz ediyorsunuz ancak Türkiye'de Sünnilerle Aleviler arasında da büyük uçurumlar var. Sizin Cemevi-Cami birlikteliği projesinden ilk söz edişiniz sanırım 1995'li yıllara rastlıyor. Ancak projenin uygulamaya geçirildiği dönemde Alevilerin bazı kesimlerinde güçlü bir asimilasyon kaygısı dile getirildi. Alevilerin bu kaygılarına nasıl cevap verebilirsiniz?
Herkes öyle düşünmüyor zannediyorum. O meseleyi takdirle karşılayan insanlar da var.
Hususiyle Türkiye'deki önemli böyle bilinen Aleviler, Profesör İzzettin Doğan Bey gibi. Onunla eski yıllarda tanıştık görüştük. Ben kendilerini ziyarete gittim evlerine, o bize geldi. Öyle bir meselenin problem olabileceğini bir gün, ta o zamanlar düşündük. Bunun Türkiye'deki Alevi kardeşlerimizle esasen birlik ve beraberlik adına önemli bir şey olduğuna inandık. Yanılmış olabiliriz burada, insan her şeyinde yanılabilir. Fakat çokları tasvip ettiler bu meseleyi. Asimilasyon mevzuunu bazıları dillendirdiler. Bu dillendirenler arasında bazen Hazreti Ali'yi tanımayanlar var ki bunlara Ali'siz Aleviler deniyor genelde. Yani "Ali sembolik bir kahraman, bazı şeylere başkaldırmış, bundan dolayı da takdir edilecek bir insan.

Ama Ali Müslümandı, Ali'nin dini düşüncesi şuydu buydu gibi meseleler bunlar bizi çok alakadar etmez" diyenler büyük ölçüde karşı çıktılar.
Zannediyorum bir gün onlar da pişman olacaklar. Cami-Cemevi meselesi katiyen kimsenin kimseyi asimile etmesi gibi bir meseleye binaen yapılmadı. Ancak, senelerden beri, yani Sünnilere bazı şeyler telkin edildi. Aleviler, hâşâ yamyamlar gibi sizi yiyecekler, Alevilere de öyle telkin edildi, Sünniler sizi yamyam gibi yiyecekler dediler. Türkiye'de 38'li, 39'lu yıllarda, onlara karşı, Dersim hadisesi münasebetiyle devletin de öyle bir tavrı olduğundan dolayı, o travmayla, bu ortada gezen nesepsiz sözler düşünceler kabul edildi, kabul gördü. İnsanlar böyle, Cami'de isteyen gider namaz kılar, Cemevi'ne de giderler onlar semah yaparlar. Çıktıkları yerde ortak bir mekânda bazen yemek yerler, çay içerler, bahçede otururlar ve herkes birbirini yemediğini görür orada. O yeme meselesi şuur altı müktesebat meselesi haline gelmiş yani. Onun rüyaları görülerek oturuluyor kalkılıyor gibi, onu biraz zaman gösterecek.

'Alevilere Diyanet'e tanınan imkânlar tanınmalı'
Kaldı ki, 15- 20 yıl evvel, o Cami ve Cemevi meselesi zaten olmuş. Türkiye'de bunu medya da verdi. Yani yeni bir şey değil. Ama bu medyatik bir konu oldu, belki onun da faydası vardı. Eşi yapılabilirdi bunun yani, Ankara'da olduysa bu, İzmir'de de olacaktır, İstanbul'da da olacaktır. Yoğunlukla Alevi vatandaşlarımızın bulunduğu yerlerde olacaktır. Bunlara Diyanet camiasına tanınan imkânlar da tanınacaktır, yani o mülahazalarla oldu. Dedeler gelsin o işin başına onlara maaş bağlansın.

Onlar kendi değerlerini, orada yaşasın ve temsil etsinler. Sünniler de kendi değerlerini temsil etsinler. O kardeşliği böyle fiilen tesis etmeye matuf bir hamleydi. Kimsenin asimilasyon diye bir düşüncesi yok.

Fethullah Gülen'in 'haftalık sohbetlerini' yaptığı salonlardan biri. Bir de Alevi, Alevi olunca yani, Hazret-i Ali'ye karşı sempati duyulunca. Bazen, İran esasen, Persler bu meseleye sahip çıktılar. Türkiye'den insanları Kum'a götürdüler. Türkiye'ye bunlardan dönen insanlar, Türk milletine karşı esasen, içlerinde bazıları bir düşmanlık duymaya başladı. Anadolu'nun Alevi'si başkadır, onlar Şii. Ayrı, ama Türkiye'deki Aleviler, bizim geçmişten bin-iki bin yıllık geleneklerimize saygılı Aleviler bunlar. Kendilerine göre, ibadet veya işte ayin, Mevlana'nın seması gibi onların da Semahı var. Bunları çok ayrılık sebebi saymamak lazım, bunları saygıyla karşılamak lazım. Bu vehimlere, paranoyalara gelince, onu zaman gösterecek yani, kimsenin kimseyi asimile etme gibi bir amacının olmadığını zaman gösterecek.

BBC: Hizmet hareketinin amaçlarıyla ilgili, şeffaf olmamasına yönelik bazı iddialar var. Bunu açmak için, sizin nasıl bir Türkiye vizyonunuz var? Türkiye merkezli düşünürsek, sizce Türkiye'nin en acil sorunları neler ve nasıl çözümler öneriyorsunuz?
Belki en acil sorunlar, şu anda da yine gündemdeki yerini koruyan ihtilaflar, iftiraklardır. Bu ta Meşrutiyet yıllarında Büyük İnsan (Said-i Nursi) tarafından söylenmiş. Yani bizim üç tane rahatsızlığımız var. Bir: manasız, mantıksız, mesnedi olmayan, sağlam blokaja oturmayan, farklı düşünceler, birbirini yemeye matuf düşünceler. Bu bir hastalık, bu hastalığın giderilmesi lazım. Cami-Cemevi ile giderilecekse onu yapacaksınız, Türk-Kürt meselesinde şayet kendinizi anlatmak suretiyle eğitim faaliyetleriyle, onları başkalarının Türkiye'yi bölmek ve parçalamak isteyen insanların tesirinden kurtarmak suretiyle olacaksa şayet öyle yapacaksınız. Fakirlik mevzuu, bu da yine, ta o yıllarda, meşrutiyet yıllarında söylenmiş, bunun giderilmesi lazım, bu da bir hastalıktır. Bir de cehalet mevzuu, bu üç şeye karşı, o Büyük Zat ta o zaman, bir yönüyle bir savaş ilan edilmesini söylemiş. Bu açıdan, günümüzde de yani o meselenin değişmediği kanaatindeyim, yine ihtilaflar var, yine cehalet var, problem bunlar. Yine fakirlik var. Bir kesim eziliyor ve bütün bunlar değerlendiriliyor, bir manada değerlendiriliyor. Şimdi misyon olarak, belki şartların ve konjonktürün tesiriyle belki bazı yöntemlerde, bazı argümanları kullanmakta farklılık olabilir. O zamanlar, okuma salonu, kültür lokali, okul düşünülmemiş olabilir. Ama şimdi günümüzün şartları neyi gerektiriyorsa şayet o istikamette bir şeyler yapma. Bize gelince fakirinki sadece teşvikten ibaret olmuştur. Rusya çözüldüğü zaman, orada, bizim bir sürü Orta Asya'da soydaşlarımız var. Bizim kökümüz oraya dayanıyor. Bazılarımız, Özbekistan'dan, bazılarımız Türkmenistan'dan kalkmış gelmişiz. Bu insanlara sahip çıkalım falan dedik. Belki o zaman beş on tane insan gitti. Bu bir süreç oldu artık, sonradan arttıkça arttı hemen sonra dünyanın dört bir yanına, aynı sevgi meşalesiyle, hep hicret etmeler oldu. Allah'ın izni inayetiyle, bir yönüyle yine Mevlana'nın tuttuğu ışıkla, diyor ki bir mum başka bir diğer mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez. Başkalarına böyle götürebileceğimiz değerlerimiz varsa götürürüz.Alacağımız şeyler varsa onları da alırız. Almaya, vermeye açık bulunuruz, mülahazasıyla.

Bunu çok farklı anlayışta olan insanlar makul buldular, mantıki buldular. Ve öyle kimseler, bu mevzuda, öyle cazip tekliflerde bulundular ki ihtimal vermezsiniz. Bir üniversite de ben yapayım dedi, bir okul da ben yapayım dedi. Böyle bir şey oldu yani.

'İcabında sükût dururuz'
BBC: Hem Hizmet hareketinden hem de karşı taraftan bazı figürler, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerginliğin durulmayacağını ve Türkiye'de sulhun hâkim olmayacağı anlamında ifadelerde buldular. Siz Türkiye'nin ve Hizmet'in yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz bu anlamda?
Hali hazırdaki bu isyan ruhu, bu kin ve nefret ruhu çabuk bastırılamaz. Bir yönüyle, kırılan onurlar oldu, dokunulan gururlar oldu. Bu birden bire bastırılamaz. Yeniden her şey böyle endazeden geçirilmiş gibi ahengine getirilemeyebilir. Fakat ümidimi hiç yitirmedim ben, yine olacağına inanıyorum. O mektup, son mektup meselesi de o istikamette bir şeydi yani, Cumhurbaşkanı'nın gönderdiği bir arkadaş vasıtasıyla. Benim talebeliğinden tanıdığım, Fehmi Bey, siz de bilirsiniz. Onlar da onu tasvip ettiler, Sayın Cumhurbaşkanı da tasvip etti.

Fakat muhatabın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi mi, yoksa mektupta öyle işte, karşılıklı, değişik kesimlerin, medyadan değişik kesimlerin birbirlerini, sövüp saymamaları, bu işe bir son verilmesi meselesi mi, Sayın Başbakanı rahatsız etti bu. Bunu açıktan açığa konuştu, toplantıda konuştu. Toplantıda konuştu. Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. Ben hâşâ bir insanda öyle bir dengesizlik, hele paranoya falan var, buna ne kalbim ne de vicdanım, ne de dilim varmaz böyle bir şey söylemeye. Ama bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı.

Fakat bu fırtınaların dineceğine inancımı hiç kaybetmedim. Allah'ın izni ve inayetiyle. İcabında sükût dururuz. Yani şuna kadar yolu var: dünyanın, geçen sene 140 ülkesinde falan okullar var dediler, dostluk bağları, dostluk köprüleri atılmış. Türkçe olimpiyatlarda bu mesele baş döndürücü şekilde sergileniyor. Kimse buna hayır demiyor, çok mükemmel bir şey.

'Çevik Bir gibi bunlara da haber gönderdim'
Yani arzu ederlerse o okulları bile kapatabilirler, devlet kapatabilir, kapatsınlar, ben sadece kapatmayın, sahip çıkın yani, bu öğretmenleri çekin dedim. Çevik Bir'e de demiştim bunu, bunlara da haber gönderdim defaatle. Siz müdürünü, öğretmenini tayin edin. Bu Türkiye'nin açılımıdır, yani milletimizin değişik dönemlerde, insani değerler adına, böyle açılımları olmuştur. Bu da onlardan bir tanesidir, hatta devlet-i aliye, belki 200 milyon insan vesayetinde bulunduğu dönemde böyle bir şey yapmaya muvaffak olamamış, bu yapılamamıştır.
Şimdilerde belki 160 ülkede fahri konsoloslar gibi, yabancı misyon şefleri gibi insanlar yetişmiş. Hatta önemli, hayati yerlere gelmiş bu insanlar. Bir yönüyle bu şu hakikate de dayandırılıyor.

Dünyanın her yerinde olmazsanız, olmak istediğiniz yerde olamazsınız. Küreselleşen bir dünyada, bunun için bunlar çok önemli, falana falana mal ediyor diye, çekememezlikten dolayı, kapamaya kalkmayın bunları, sahip çıkın.
Sizin olsun yani, o öğretmeni siz tayin edin. Müdürü siz tayin edin. Devam edegelsin. Askerler, Çevik Bir, buna cevabı sevap vermediği gibi. 16-17 sene evvel. Bunlar da cevabı sevap vermediler. Yani açığız.

İnsanlık adına yapılması gerekli şeyler. Kim yaparsa yapsın. Bu meselede ilk defa tohumu atan, bu dostlar taraftarlar, muhipler sempatizanlar olmuştur. Yine genel felsefemiz, sen tohum at git, onu kim hasat ederse etsin. Kim tımar ederse etsin. Genel düşüncemiz bu. Sadece milletimizin bütün insanlıkla münasebetleri adına, yapılması gerekli olan şeyleri yapmak gibi bir misyonumuz, bir mefkûremiz var.

Mefkûre tabirini Ziya Gökalp terminolojiye soktu. Gaye-i hayalimiz başka biri diyor, Fransızca idealimiz var. Bundan da durulmayacağız. Bunu hep yapmaya çalışacağız. İnsanlık adına, milletimiz adına…